-Gökyüzüne
uzun zaman bakamıyorum, çünkü geri dönüp tekrardan yeryüzüne baktığımda
dünya bana korkunç bir yermiş
gibi geliyor.
François Truffaut
DEĞİŞEN DÜNYANIN İNSANLARI
![]() |
Ray Bradbury |
ABD'li
korku ve bilim kurgu yazarı Ray Bradbury, 1947'de yazdığı
Bright Phoenix(Parlak Anka kuşu)
isimli kısa öyküsünün ana fikrini
koruyarak yaklaşık 9,80 $ daktilo kirası bedeliyle revize etti
ve The Fireman(İtfaiyeci)
adlı bir Novella'ya dönüştürdü. Hikâye, 1951 yılında
Galaxy Science Fiction bilim kurgu dergisinde yayımlandı. Novella'yı genişleten Bradbury, artık roman biçimine ulaşan eserinin ismini Fahrenheit 451
olarak değiştirdi ve 1953 senesinde ABD'de ilk
kez kitap halinde yayımlandı. Eseri ayrıca 400 $ karşılığında
Playboy dergisinde üç
ay boyunca tefrika edilmesi suretiyle dergi sahibi Hugh Hefner'e satmıştır.
Bradbury, ilk bilim kurgu eseri olan öykünün esin kaynağı
olarak, 1580'li yıllarda
cadı olduğu gerekçesiyle yakılmaya çalışılan,
ancak kaçıp kurtulan ve bu
konuda yazılmış
tüm kitapları saklamayı başaran büyük büyük büyük annesi; itfaiyeci
amcası ve kendisine yürümeyi yasaklayan bir
polis memuru olduğunu
belirtmiştir. Böylesi özgün bir biçeme rağmen kitap ilk yıllar anlaşılamamış, çok
ilgi çekmemiştir. Ta ki 1966 senesinde genç ve dikkat çeken Yeni
Dalga(Nouvelle Vague)'cı
yönetmen François Truffaut'nun
dikkatini çekene
değin...
FİLM
André Bazin öncülüğünde, Cahiers du Cinéma isimli dergi çevresinde toplanmış bir avuç hevesli genç sinemacıdan biri olan ve yönetmenliğe film eleştirmenliğinden geçmiş Truffaut, sinema akımının temellerini atan Auteur Yönetmen(Yaratıcı Yönetmen) yani bir roman nasıl tümüyle yazarına aitse, bir filmin de her şeyinin bütünüyle yönetmene ait olması kavramını ortaya atmıştır. Sanayi sinemasının ambargosunda dönemin Fransız sinemasını ağır eleştirdiği için kendi ülkesinden çok Kıta Avrupası'nda ve ABD'de sevilip saygı görüyordu. Bu filme de aynı anlayışla yaklaştı ancak bir sorun vardı: film İngiltere'de uluslararası bir kadroyla İngilizce olarak çekilecekti. Truffaut o dönemde yok denecek denli az İngilizce biliyordu. Senaryo sette simültane olarak önce Fransızca'ya sonra ekip için tekrar İngilizce'ye çevriliyordu. Doğal olarak eserdeki metaforlar kayboluyor yahut başkalaşıyordu. Başrol Montag'ı oynayan Oskar Werner, İngilizce'yi aksanlı konuşuyor, rolünü yanlış yorumluyor ve her fırsatta bilinçli olarak filmi sabote ediyordu. Truffaut, ona hâkim olamadığı gibi ikisi sette sürekli kavga ediyorlardı.(İki sinemacı 1984 yılında üç gün arayla öldüler. Ayrıca Jules and Jim filminde de birlikte çalıştılar). Çekimlerin sonuna doğru geçimsizlikleri artık çığırından çıkmaya başlamıştı. Filmin final sahnesinin çekileceği zaman Oskar Werner yönetmene danışmaksızın saçlarını kestirerek filmi protesto etmiştir. Werner'ın ateşe yaklaşması gereken sahnelerde aşırı tedirginliği sebebiyle ateşten uzaklaşmasından ötürü sorun oluşturunca, görüntüler tersten oynatılarak kurgulanmıştır. Aynı teknik itfaiyeciler aşağıdan yukarı kayarak çıkarlarken ve ilk bölümde yanmaz giyimlerin giyilmesi sahnelerinde kullanılmıştır. Filmin açılış jeneriğinde bir ilk uygulanmakla yazınsala konan yasağı vurgulamak amaçlı bilgiler yazılı değil sözlü olarak aktarılmaktadır. Film yüzeysel bir İngilizce ile çekilmiş, mümkün olduğunca sahnelerin tümünde sözlü iletişim yerine görsel bir dil (Yeni Dalga ile uyuşan) kullanılmıştır. Truffaut, diline tutkunluğuyla ünlü bir Fransız'dı. Bu sebepten film İngilizce çekildiği halde sette sürekli Fransızca konuştu. Zaten filmde yer alan kitapların çoğu Fransızcaydı. Truffaut’nun kadınları ikiye ayrılır: ya intikamcıdır ya da düzene, varoluşa eylemleri gereği çelişkili bir eleştirel bakış tutar. Onun sinemasına yaşam veren şey, eleştirinin çelişkisidir.
-Hangi
filmi yapmayı tercih etsem, kaçınılmaz olarak daha önce yaptığım filmle
çelişeceğimi biliyorum.
François Truffaut
Montag ile Linda’nın yataklarında uzandığı yatak odası panoraması sahneler, sözcüklerin görüntülerden evvel gelişi, kırbaç çevrinmeler, ani optik kaymalar, Avrupalı sinemacı geleneği uzun genel çekimler, tekli duygu durum çekimleri, üst üste binen metaforik kullanımlar her ne kadar tam bir Truffaut filmi olmasa da genel olarak onun sinema biçimini temsil ediyor. Truffaut'nun ilk renkli ve ilk İngilizce filminin kompozitörlüğünü, Hitchcock filmlerinin çoğunun bestesini gerçekleştirmiş Bernard Herrmann yaptı. Montag’ın düş sekans sahnesinde gördüğü kâbusun imgeleri dikizleme ile üst üste binen görüntülere eşlik eden karakterize müziğin sert notaları Truffaut’nun, Hitchcock'tan öte gelen Herrmann hayranlığını ele verir düzeyde. Müzikle görüntülerin valsı yer yer gerçek bir Hitchcock filmi atmosferi oluşturuyor. Montag'ın eşi Linda'yı oynayan Julie Christie'nin rolü başta Jean Seberg(À bout de souffle, 1960 - Breathless) teklif eidlmişti. Seberg küçük bir rol olduğu gerekçesiyle reddetmişti. Kısıtlı bütçeye destek amaçlı Hem Linda'yı hem de Montag'ın yeni tanıştığı aklını çelen maskülen saçlı Clarisse'yi aynı oyuncu Julie Christie oynamıştır. Truffaut bu durumu, irade sahibi kişiliğin karşıtıyla farkına dikkat çekmek için yapıldığını açıklamıştır. Olaylı çekimleri, filmin gişede başarısızlığı ve haddini bilmez asalak eleştirmenlerin pervasızlığı Truffaut’yu çıldırttı ve bu filmden sonra bir daha asla bilim kurgu çekmek istemediğini, türden iğrendiğini dile getirdi. Sözünü tutarak bir daha asla bilim kurgu filmi yapmadı.
İsim manâsı
233 Celsius değerine karşılık gelen Fanhrenheit 451, kâğıdın alt tutuşma ısısıdır. Romanla aynı adı taşıması, Truffaut'nun yarı edebiyat kökeninden(Cahiers du Cinéma) kaynaklanır...
ÖYKÜ
Belirsiz bir gelecekte, adı belirtilmeyen bir ülkede geçmektedir. Siyasi otoriteler, okumanın ve öğrenmenin bağımsız düşünceyi yaygınlaştıracağına, doğrudan toplu bir mutsuzluk ve kargaşaya varacağına kanaat getirmekle ayırt etmeksizin o zaman değin yazılmış tüm kitaplar ile yazılı tüm materyalleri sert mutlakıyette yasaklamışlardır. Bulundukları yerde imha edilmektedirler. Birçok insan özellikle genç nesil kitabın neye benzediğini bile bilmez. Yazılı kültürün yerini ezbere dayalı görsel kültür almıştır. İnsanlar manidar biçimde evlerindeki dev ekranlardan kendilerine empoze edilenleri alırlar. Otoriteye itaat etmek için kendilerine verilen bazı ilaçları da kullanmak durumundadırlar. Entelektüel faaliyetlerden bütünüyle ırak, duygusuz, uyuşuk bir kitle yaratılmıştır. Bireylerin birbirleriyle iletişimleri kısıtlı olduğundan korkunç bir yalnızlık vardır. Sahte bir erinç içinde bu insanlar hür olduklarını sanmaktadırlar. Geçmişlerini bilmemektedirler. Devlet, "İtfaiyeciler" denilen özel bir birim oluşturmuştur. En geniş yetkilerle donanmış bir nevi kolluk gücü olan bu birimin görevi ihbar üzerine gerektiğinde iz sürerek gizli saklı okunan kitaplara el koyup yakmaktır. Kitaplar ne derece zekice gizlenmiş olursa olsun, hepsine hazırlıklı itfaiyecilerce bulunurlar ve ibret-i âlem olsun diye toplum içinde yakılırlar.
Görevini iyi yaptığından
amirinden övgü ve terfi alan Guy
Montag(Oskar Werner), kendini eve kapatmış
tüm gün televizyonda
interaktif bir program izleyen eşi Linda(Julie Christie) tipik sığ bir kadındır.
Guy bir gün
otobüste tanıştığı
öğretmen olan komşusu Clarisse(Julie Christie) ile yakınlaşır.
O da doğrucu eğitim yönteminden ötürü işini kaybetmek üzeredir. Guy gizli bir
kitap kurdu olan bu kadına alttan hayranlık duymaya başlar. Sonunda dayanamaz ve bir süredir ilgisini de çektiği gibi yakmadığı
bazı kitapları okur. Aklının karışmaya başladığı
zamanlar da baskına
gittikleri bir evde kitap koleksiyoneri bir kadının
kitaplarıyla yanmayı yeğlemesi üzerine "Bugün kocaman bir ateş yakacağız..." mesleğini sorgulamaya başlar. Evine döndüğünde
karısının başı
çektiği sığır kadın meclisini rahatça T.V. izlerken gördüğünde
onlara okuduğu
kitaplardan pasajlar aktarır.
Kadınlar tuhaf duygulara
kapılır, korkmaya başlar
ve orayı terk ederler. Linda
bir daha arkadaşlarını göremeyecek kaygısıyla yıkılmıştır.
O gece Clarisse'in de evi basılır. Kız, çatıya açılan geçitten kaçmayı başarır. Guy, Clarisse'e yardım etmeye karar verir.
Clarisse ona "Kitap İnsanlar"
dan söz eder. Bu insanlar okudukları kitapları sonsuza dek yaşatmak amacıyla ezberlemekte ve ölme ihtimaline karşılık bildiklerini başka bir taşıyıcıya aktarmaktadır. Her biri bir kitap
belleyen bu insanlar, eserler yok edilse dahi hatırcılar
yaşadığı müddetçe kitaplar da hayatta
olacaktır. Her birey ezberlediği kitabın adıyla anılmaktadır.
Guy, Yüzbaşıya(Cyril
Cusack) istifasını verir, yüzbaşı
son bir ihbarı
değerlendirdikten sonra ihbarı kabul edeceğini belirtir. Baskına gittikleri ev Guy Montag'ın evidir. Kitaplardan
nefret eden sığ
karısı onu ihbar etmiştir. Ev yakılırken Guy, Yüzbaşıyı yakarak öldürür ve "Kitap İnsanlar" ile yaşamak üzere kırsal bölgeye gider. Burada
televizyondan yayınlanan
düzmece öldürülerek yakalanış haberini izler. Yaşadığının bilinmesi hükûmetin işine gelmez...
İlk gösterimi yapılan Venedik Film Festivali'nde Altın Aslan ödülüne
aday gösterildi. Ertesi sene başrol oyuncusu Julie Christie, BAFTA "En İyi
İngiliz Aktris" ödülüne aday gösterildi. O yıllarda "En İyi İngiliz
Aktris" ve "En İyi Yabancı Aktris" olarak iki ayrı ödül
dağıtılıyordu. O sene Doctor Zhivago filmindeki performansından ötürü de aynı
ödüle layık görülmüş, iki kez aday görüldüğü için bu ödülü alamamıştı.
Eleştirmenlerden övgü alamayan ve gişede başarısız olan film, Türkiye'de 5 Mart
1968'de Değişen Dünyanın İnsanları ismiyle gösterildi. Seneler içinde ve
günümüzde birçok kere Amerikan remake, yeniden yapımı düşünülse de, bütün
filmlerini yutmuş biri olarak kanımca en iyi Truffaut filmlerinden biridir.
HBO’nun Mayıs'ta gösterime sokacağı, T.V. uyarlaması rezaletini kesinlikle
önermediğim gibi izlemeyeceğim! Zenci bir Montag'ın, çocuklara kitapların
zararlarının anlatılma sahnesinin, silahların büyüklüğüne ve bir ateş yak
manipülasyonuna dek (türünün her Amerikan örneğinde görmekten baydık) çok genel
çekimlerde kentin büyüklüğüne varan şiddetin yoğunluğu üzerinden bilinçaltı
vurgularla tıpkı 1998 tarihli Cesur Yeni Dünya T.V. uyarlaması denli hem
romanın hem sinema filminin öznelliğinden ayrıksı(V for Vendetta gibi) salt
zihinler için propaganda odaklı olmuş...
Fahrenheit 451, janra meraklı, kitap müptelası yahut öyküsü çekici gelen
herkesçe muhakkak izlenmesi gereken bir "Auteur" , "Yaratıcı
Yönetmen" distopyasıdır.
François Truffaut
Paris'li bir hafifmeşrebin çocuğu olarak evlilik dışı bir ilişkiden
doğdu. 1932'de doğumundan kısa süre evvel annesini terk eden babasını hiç
tanımadı. Annesi ve üvey babası mimari teknik ressam Roland Truffaut, güya 10
yaşına değin bakması için çocuğu anneanneye terk ettiler. Paris, Almanlar
tarafından işgal edilince üçü yeniden bir araya geldi. Çekirdek aile Paris'in
fuhuş merkezi Pigalle'de küçük bir dairede yaşamaya başladı. Buradaki çaçalar,
Truffaut'nun ömrü boyunca ilgi duyacağı imgeler haline gelecekti. Sonraları
filmlerinde önemli karakterler olarak belireceklerdi. Genç Truffaut,
ebeveynlerinin tırmanış saplantısı yüzünden sürekli bir başına kalmaktaydı. Bu
durumdan çok sıkılınca mahallenin sinema salonuna takılmaya başladı. Film
gösterimlerine kaçak girerek en ön sıraya oturdu ve bir süre sonra midesi
bulanmaya başlasa bile filmlerin büyüsüyle bunu unuttu. Her gün üç film izledi.
13 yaşına geldiğinde izlediği filmlerin sayısı 4000'i geçmişti. İzlediği
filmler hakkında yazdığı bir günlüğü bulunuyordu. En çok Amerikan Kara
Film'lerinden etkilenmişti. Hitchcock, Howard Hawks ve Hollywood'un Altın
Çağı'nın niceleri... Truffaut, üvey babasının daktilosunu yürütüp satarak elde
ettiği parayla kendisi gibi sinema tutkunlarının bir araya gelip bir şeyler
yapması için sinema kulübü kurdu. Roland Truffaut, ceza olarak üvey oğlunu
ıslah evine kapattırdı. Ancak genç Truffaut'nun sinema tutkusu orada da son
bulmadı. Annesinden reçel, Charlie Chaplin ve Orson Welles hakkında hazırladığı
dosyaları getirmesini istedi. Islahevi yetkilileri onun tuhaf sinema
saplantısını kötü geçmiş bir çocukluk dönemine yordular. Truffaut'ya sempati
duyan bir danışman onun André Bazin ile tanışmasına yardımcı oldu... Ayrıca
başarısız intihar girişimlerinden sonra Fransız ordusuna yazıldı ve Saigon'a
sevk edildi. Ancak askeri yaşam biçimi kendisine uygun değildi. Kaçmaya
çalışınca yakalandı ve askeri cezaevine yerleştirildi. Sonra dengesiz bir
karaktere sahip olduğu gerekçesiyle terhis edildi ve Paris'e döndü. Truffaut,
çok sevdiği Amerikan Kara Film'lerine öykünerek öz babasını bulması için bir
dedektif tuttu. Sonunda onun, Fransa'nın doğusunda küçük bir kasabada yaşayan
evli bir Yahudi dişçi olduğunu öğrendi. Uzun zamandır kayıp babasını bulmanın
heyecanıyla onu bir müddet gizlice uzaktan izlediyse de, asla yüzleşmedi.
Mutsuz çocukluğunu yansıtan sinema en büyük avuntusuydu. 1953’te Cahiers du
cinéma dergisinde eleştirmen olarak yazmaya başladı. 1957’de başarılı kısa
filmi Les mistons(The Brats) ile yönetmenliğe geçti. Yeni Dalga habercisi İlk uzun
metrajı 400 Darbe (Les quatre cent coups) ile hemen ün kazandı. Fransız Yeni
Dalga yönetmeni arkadaşı Jean-Luc Godard’a, Serseri Aşıklar’ın senaryosu olacak
bir hikâye yazdı. İkinci uzun metrajı Tirez sur le pianiste(Piyanisti Vurun,
1960) tartışmalı bir film olunca 1962’de Jules and Jim ile zafer elde etti.
Truffaut 1967’de Hitchcock’la yaptığı bir kitap uzunluğundaki kült röportajını
yayımladı. Sonra değeri anlaşılmayan İngiliz yapımı Fahrenheit 451 geldi.
70'lerde çizgisinin fazlasıyla Batılılaştığı dönemde yakın dostu Godard ile
sürtüşme yaşadı. Kendisini Maoist devrimci bellemiş Godard, Truffaut'ya mektup
yazarak, "sabahları iş adamı, öğlenleri ise şair" benzetmesi yaparak
kendisini gerçekten ifade edebildiği tek film yapabildiğini ve bunun 400 Darbe
olduğunu iddia etti. Truffaut bu beklenmedik sert çıkışa karşılık vermedi.
Fakat Godard, onun 1973'te çektiği Güneşte Gece filmini ağır bir dille yerince
Truffaut sessizliğini bozarak, "Gerçek militanları her zaman temizlikçi
kadınlara benzetmişimdir; ikisi de kimselerce takdir görmeyen, gündelik ve
yapılması gereken işleri yerine getirir. Fakat sen Ursula Andress gibisin, hepi
topu dört dakika, flaşların patlaması için belirip ardından arkanda kendine
hizmet eden bir gizem bulutu bırakarak kayboluyorsun." Birkaç sene sonra Truffaut, Godard'ın
otobiyografik filmi için güzel bir isim önerdi: Ben Hep Boktan Biriydim.
1977’de Spielberg’ün Close Encounters of the Third Kind(Üçüncü Türden Tuhaf
Yakınlaşmalar) filminde Hollywood oyunculuğu yapması dışında Fransa’da yaşadı
ve aynı zamanda oynadığı bir dizi popüler film yönetti. Filmlerinin getirisi
giderek azalınca 1973’te film hakkında bir film olan La nuit américaine(Day for
Night, Amerikan Gecesi) yaptı. Bu filmi 70’lerin en beğenilen filmi oldu. Le
dernier metro(Son Metro, 1980) popüler olduysa da son filmleriyle düşüşe
geçmişti. 1984’te 52 yaşındayken beyin tümöründen öldü. Hedefi 30 film
yönetmekti. 25 film yapabildi. Ama hazırlık aşamasında birçok filmi vardı.
Paris’te Montmarte Mezarlığı’na gömüldü.