80’ler,
bilim kurgu sinemasının varlığını belirgin biçimde hissettirmeğe başladığı
dönemdi. Gişe ve video(VHS) piyasasında cirit atan onlarca filmle, alt türleri
bağlamında sayısız iddialı iş yapılmıştır. 1976’da, Carpenter, başkan Nixon’ın,
Watergate skandalından esinlenerek senaryosunu yazdığı filmi, sunduğu
yapımcılardan hiçbiri işe yanaşmadı. Zira dönemine göre aşırı hiddetkâr ve
tuhaf çeşitlilikte suç oranı barındırıyordu. Carpenter, kendi deyimiyle,
cam-metal cangılı New York'un, bir tür orman olarak algılanmasını istediğinden,
bu doğrultuda bir bilim kurgu film yapmak istediğini belirtmişti. Dark Star’ı
yeni bitirmişti. Kimse, onu yönetmen olarak işe almak istemiyordu. Tarzına
alışamamış Hollywood’da, bundan sonra senarist olarak kalacağını düşünmeye
başlamıştı. Başka bir filmle, yapımcıyı ikna ettiğinde, adamlar, Escape from
New York’u, sonra yapmak istedi. 1978’de, Cadılar Bayramı(Halloween) –gösterim ismi, Yabancı olarak
geçiyor- filmin başarısı üzerine yapımcı Avco-Embassy, Debra Hill ile iki filmlik
anlaşma imzaladı. İlk film, 1980’de gösterime giren Sis(The Fog) idi. İkinci film, The Philadelphia
Experiment olacaktı; ancak Carpenter, senaryo yazım sorunları nedeniyle bu
çalışmayı tamamlamayı reddetti. Bunun yerine esas filmi üzerinde çalışmağa
başladı. Güney Kaliforniya Üniversitesi'nde, sinema okulu günlerinden bir dostu
olan ve Cadılar Bayramı'nda ‘The Shape’i oynayan Nick Castle'ı getirdi. Castle,
‘Taksici’(Cabbie) karakterini icat
etti ve filmin sonunu tasarladı. Ancak bütçe sorunu henüz çözülmemişti. Sonunda
yapımcı, bütçenin yarısını karşılamayı kabul etti. Filmin mali destekçisi AVCO
Embassy Pictures, o dönem suç unsuru filmlerle öne çıkan Charles Bronson veya
Carpenter’ın, bir müddet ardından 1986’da, Black Moon Rising filminde beraber
çalışacakları Tommy Lee Jones'u önerdi. Carpenter, çok yaşlı olduğu
gerekçesiyle ve deneyimli bir oyuncu ile çalışırsa, yönetmenlik otoritesi
sarsılacağı endişesinden, Bronson'a rol vermeyi reddetti. Onun yerine, birkaç
Disney komedisinde büründüğü abuk tiplemelerin hafifliğinden kurtulmak isteyen
Kurt Russell’ı, ana ıra ‘Snake Plissken’(Yılan Plissken) olarak seçti.
Çekimler süresince, Carpenter ve ekibi, bölge
sakinlerini ikna ederek, geceleri elektriği 10 blok boyunca kesti. Film
çekimleri, Ağustos'tan, Kasım 1980'e değin sürdü. Carpenter, çekimlerin
genellikle sabah 06:00'da bittiğini ve güneş doğarken 07:00'de uyuduğunu, akşam
18:00’ya doğru uyandığında güneşin battığını belirtmişti. Bu da, yönetmenin ve
tüm ekibin ruhsal durumlarının, filmin karanlığına tabiî olarak uyum
sağladığını göstermektedir. Carpenter, yaklaşık iki buçuk ay hiç gün ışığı
görmediğini söylüyor…
Kıyamet sonrası gelecek tahayyülü için ‘Polis
Devleti’nden daha iyi baskıcı devlet biçimi seçilemezdi. Bilgisayar tabanlı yüksek
teknoloji ürünü, parlak rengârenk ışıklardan bir düzenin hâkim olduğu bir
Birleşik Devletler. Ömrünün en büyük işi olduğu düşüncesiyle devamını
çekmemekle yetindiği Avatar’ı yapmadan uzun zaman evvel 80’lerde, ‘B’ filmler
efendisi olarak bilinen Roger Corman'ın, New World Pictures şirketinde özel
efekt sanatçısı olan James Cameron, filmin bazı arka bölüm mat resimlerini
tasarladı. Çağdaşı ve muadili çiçeği burnunda çoğu yönetmen gibi ‘Corman Film
Okulu’ndan yetişme Cameron, aynı zamanda filmin görüntü yönetmenlerindendi. Film
başlarında, Snake, planörü, kente götürürken, denetim bölmesindeki üç ekran, ‘Dünya
Ticaret Merkezi’ ve çevrelendiği binalarda iniş hedefinin, tel kafes
animasyonlarını görüntüler. Carpenter, günümüzde basit görünen bir animasyon
için bile döneminde çok pahalı olan yüksek teknoloji bilgisayar grafikleri
istiyordu. Efekt ekibi, siyah ışık altında diğer sahneler için kullandıkları
New York City minyatür model setini, model binaların kenarlarına yerleştirilmiş
yansıtıcı bantla, filme aldı. Dolayısıyla yalnız bant göründüğünden, çekime üç
boyutlu bir tel kafes animasyonu misali yansıdı…
GİREN, ÇIKAMAZ!
Bizlerin
farklı yaşadığı 1990’larda Dünya, suça boğulmuş, suç oranında % 400 artış
ardından her yer, kalıcı hengâmeye bürünmüştür. Giderek çoğalan şiddet olayları
sebebiyle, iç güvenliği sağlayamayan polis gücü, Amerikan ordusu ile
birleşerek, tek tip güç hâline gelmiştir. Amerika’nın, sözde ulusal bilincine
ters düşen demokratik yönetim biçimi ise katı bir devletçiliğin güdüldüğü ‘Polis
Devleti’ hâline evrilmiştir. Bu doğrultuda ilk hedef, giderek suç yuvası olmuş
New York eyaleti, Manhattan Adası çevresini on beş metre yükseklikte, kalın
beton duvarlarla dört yandan çevirmek olmuştur. 1997’de, hat safhada güvenlikli
bir hapishaneye dönüşen bölge, ilkin suç özeği iken, artık kalıcı biçimde
denetime alınmıştır. Başka bölgelerde yakalanan suçlular, buraya getirilerek,
kalıcı olarak içeri salınırlar. Kural basittir; giren, çıkamaz. Adadan kaçmağa
teşebbüs edenler öldürülürler…
Başkanı kurtarmak için bölgeye, komiser Bob
Hauk komutasında iki manga polis gücü sevk edilir. Tüm New York’u yöneten ve
kendine ‘New York Dükü’ diyen bir adamın sağ kolu, Romero, başkanın yakalandığını,
herhangi kurtarma teşebbüsünde bulunurlarsa, başkanın öldürüleceğini iletir.
Bunun üzerine ekip, merkeze geri döner.
Plissken yola koyulur. Dünya ticaret merkezi
çatısına iniş yapar. İzleme bileziğini bir vodvil tiyatrosuna kadar takip eder.
Ancak onu, sinyal yayan cihazı, çapaçul bir suçlunun bileğinde bulur. Başkanın
öldüğünü düşünen Plissken, Hauk'a dönmek istediğini söyler. Hauk, başkan
olmadan dönerse, vurulacağını söyler.
Başkan, zirve toplantısına canlı yayınla katılmağa hazırlanırken, Plissken’a teşekkür eder ve ona istediği her şeyi alabileceğini söyler. Plissken, vurucu repliği verir; tek bilmek istediği, başkanın, kendisini kurtarırken ölen insanlar hakkında ne hissettiğidir. Başkan, fedakârlıkları için herkese teşekkür edince, hiç şaşırmamış Plissken, oradan tiksintiyle ıraklaşır. Başkanın canlı konuşması başlar; kaseti, teybe takar. Bir süre sonra, taksicinin aracında çalan, ‘Bandstand Boogie’ şarkısı yükselir. Plissken ıraklaşırken, arabada değiştirdiği gerçek kasetin manyetik bandını çekip, koparır ve kaseti atar…
YAPIM
Her ne denli dönemi Amerika’sı, günümüzdeki gibi büsbütün şiddet kaynasa da, kültürel olarak tuhaf karşılanan film olmuştu, New York’tan Kaçış. Geleceğin Amerika’sı ülküsüne tezatlık oluşturuyordu. Ancak on yıllar içinde, sayısız türün doğuşuna, pek çok benzerinin yaratılmasına, bilhassa ‘Yılan Plissken’ ırasını emsal seçen kültürel yaklaşımların oluşmasını sağladı. Kurt Russell’ın, tüm kariyerinde oynamaktan en çok haz duyduğu karakter, Plissken idi. Bir gece, St Louis'de çekim yaparlarken, Kurt Russell, bazı yerel haydutlarla karşılaştı. Farkında olmadan onların bölgelerine girmişti. Ancak görünüşü, heriflerin sorun çıkarmamalarını sağlayacak biçimde gerçekçi olduğundan, adamların çekinmelerine sebep olmuş. Ayrıca tüm ekip, aşırı sıcak ve nemli bir St. Louis yazında, kanlarını emmekte kararlı sivrisineklerden çok rahatsız olmuşlar…
Gerçeği oyuncular için ağır olacağından, filmdeki
rögar kapaklarının tamamı ahşaptan yapılmış.
Başkanın düşürülen uçağı, Arizona, Tucson'da
bir uçak mezarlığından satın alınan eski bir ‘Convair 580’ idi. Uçak, üç ayrı
parçaya bölündü. Ancak gerekli evrakları olmadığından, kaçak yollarla
getirilerek, gecenin yarısında, film mekânı St. Louis’te bir alana kondu. Zira
güçlükle ve mucizevî biçimde elde edilen film bütçesi, daha fazlasına müsaade
etmiyordu. Zaten Carpenter’ın o zaman değin çalıştığı en yüksek rakam buydu:
yedi milyon dolar.
Cyberpunk öncüsü William Gibson, ‘Neuromancer’
adlı romanı üzerinde çalışırken, filmi gördüğünde çok etkilendiğini belirtmiş…
Başkanın, Dük tarafından bir binada, koltuğa
bağlı biçimde rehin tutulurken, kafasındaki renkli peruk, başkanı canlandıran
oyuncu Donald Pleasence tarafından doğaçlama olarak kullanıldı. Ayrıca
Pleasence, oynayacağı karakteri ilk işittiği zaman kendisine, başkanın, Ronald
Reagan ile Margaret Thatcher aşkının meyvesi olduğu söylenmiş…
Görüntü yönetmeni Dean Cundey, gece
çekimlerinden maksimum ışık miktarını çıkarmak için o zamanlar yeni olan özel
bir lens kullanmış…
Snake Plissken'in film boyunca kullanılan silâhı,
susturucu ile birleştirilmiş, dürbünlü bir Mac-10'dur. Haricî olarak üzerinde
dürbün takılı bir Smith ve Wesson Model 67 kullanmış.
ÇİZGİ ROMAN
Marvel
Comics, Ocak 1997'de tek seferlik ‘The Adventures of Snake Plissken'i piyasaya
sürdü. Hikâye, New York'tan Kaçış ile Los Angeles'tan Kaçış'ta bahsi geçen ünlü
Cleveland kaçışı arasında geçiyor. Snake, Atlanta'nın, Hastalık Kontrol
Merkezleri’ni bazı mühendislik ürünü metavirüsler çaldı ve Chicago'da, yüksek
fiyatla satabileceği alıcılar aradı. Esasen tuzak olan bir anlaşmada, baskın
yiyince kaçmayı başarır. Sonra, kendisini, Birleşik Devletler Polis Kuvvetleri’ne
ispitleyen alıcıdan intikamını alır…
Yılan Plissken’in, çizgi roman maceraları uzun
sürmez. Naçizane denemeler olarka kalır ve sanki Plissken’in bir karakter
doğası yokmuşçasına, Kurt Russell’ın, başka tiplemeleri olan Kaptan Ron ve Jack
Burton(Big Toruble In Little China) gibi kişilerle karşılaşır ve onlarla
maceraya atılır. Bunun temel sebebi elbet Carpenter’ın, muazzam bir külliyata
dönüşecek özgünlükte bir karakteri-Plissken’i, zaman içinde değerlendirmeyip,
bugün yarın diyerek, kolayca heba etmesidir…
ANIME
2003 yılında, Carpenter, Outlaw Star'dan, Mitsuru Hongo'nun yönetmenliğini üstlendiği Escape from New York'un bir anime uyarlamasını planlıyordu; iptal edildi…
HÜSRAN BİR DEVAM UĞRAŞI
ESCAPE FROM L. A.
1996 tarihli, ziyadesiyle geciken devam filminde, Plissken, yine yakalanıyor ve bu kez Güney Amerikalı bir anarşist, Cuervo Jones’un denetlediği, 2013 Los Angeles’ına girer. Amacı, kendini kalıcı Amerikan başkanı yapmış son başkanın kızını esir tutan Cuervo Jones’u bulup, öldürmek ve başkanın kızını oradan çıkarmaktır. Ancak, 1997’de ki New York aksine, 2013’de, L. A. on üç yıl evvel gerçekleşen bir depremle yerle bir olmuştur…
Kurt Russell bu filmde, 1981’de Escape From New
York’ta giydiği kostümünü giymiş. Az egzersizle giyim, üzerine tam olmuş…
John Carpenter ve Kurt Russell 1986'da, bir devam filmi dönüş yapmayı düşünmüşler. Ancka bu kez nerede geçeceği kararsızlığı söz konusuydu ve yine bütçe sorunları mevcuttu. 17 Ocak 1994'te Los Angeles depremi meydana geldiğinde, gelecek hikâyenin, orada olması gerektiğine karar kılmışlardı. Adı da aşikârdı; Los Angeles'tan Kaçış.
John Carpenter, 2000 yapımı Mars filmi, Ghosts
of Mars (2001) filmini ‘Escape From Mars’ olarak düşünmüştü. Serinin üçüncü
filmi olacaktı. Ancak Escape From L. A. Gişede iki seksen yatınca, senaryo yeniden yazıldı ve Plissken yerini,
Ice Cube’un canlandırdığı, siyahî bir adam olan Williams karakteri aldı.
O dönemler nerden çıkacağı belirsiz, oynadığı
filmlerde genellikle ‘sevimli arkadaş’ olan Steve Buscemi, ilk yönetmenlik
denemesi ‘Bizim Kafe (1996) filmini finanse etmek için bu filmde rol aldı.
Film, yine 81’deki gibi hep gece çekildi ve üretimi
yetmiş gün sürdü…
John Carpenter ne hikmetse, ikinci filmin, ilkinden daha çok sevdi. Bununla alâkalı şöyle demiş: -Los Angeles'tan Kaçış ilk filmden daha iyi. On kat daha iyi. Daha fazlası var. Daha olgun. Çok daha fazlası var. Bence bazı insanlar bunu hissettikleri için beğenmediler. Bu bir yeniden yapımdı, devam filmi değil...
Bunu hangi kaygıyla dillendirdiğini tahmin
edebiliyorum. Zira günah çıkarmak böyle olsa gerek. Mefhumu, sizleri senelerce
beklettim. Artık olmaz denilen bir zamanda içine ettim.
YENİDEN YAPIM
Tıpkı Logan’s Run gibi deyimi yerinde yılan hikâyesine dönüşmüş bir mesele. Bugün, yarın olacaktı; şöyle, böyle derken, Debra Hill 2005’te öldü. John Carpenter ve Kurt Russell, artık bu işin üstesinden gelemeyecekleri denli ihtiyarladılar. Kısaca, Carpenter, nevi şahsına münhasır bir sinema karakterini, ne birincil bağlamda yani beyaz perdede, devam ettirebildi; ne de çizgi roman yahut roman olarak adam akıllı bir seri yaratabildi. Nitekim ‘Yılan Plissken’ , James Bond’dan dahi daha fazla ses getirebilecekken, açık ara heba edildi. 81’den, bugüne çok kez söz bahis edilip, tuhaf varsayımlar yürütülse de, henüz gelişme sağlanabilmiş değil…