SEKSMISJA

Her şeyden bunaldığımız şu günler, artık bize en yakın olan şeylere dahi tahammülümüz yokken, insanın o ilk zamanlar ki keşif tutkusu hâlâ tesirini koruyor. Bilhassa yaşamdan bezdiğimiz dönemler, başımızı alıp, gitmek arzusunun yerini hiçbir şey alamıyor. Gitmek, ama nereye? Neresi olursa olsun, yeter ki buradan öte olsun… Evet, doğru; ya kadınlarla dolu bir geleceğe? Çoğu erkek, kesinlikle bu, diyecektir. Lâkin böyle bir gelecek yalnız kadınlar içinse…

10 Mart 1955 doğumlu, Polonyalı film yönetmeni ve senaryo yazarı Juliusz Machulski, Ünlü aktör Jan Machulski'nin oğlu Juliusz, 1970'lerin ve 1980'lerin komünist yönetiminde Polonya'da, hayatı alegorik biçimde ele alan tür filmleriyle bilinir. 70’ler sonunda, Krzysztof Kieślowski gibi sinema dehaları yetiştiren Łódź Film Okulu'ndan mezun oldu. Yaşamı trajikomik biçimde ters giden sonradan insanların komik yaşam öykülerini anlatan filmler üretti. Ancak biri var ki, girizgâhta ifade ettiğim üzere yalnız kadınlar için bir filmdir diyebilirim, ancak dikkatle izlenirse, tersi duruma dönüşeceği hususunda uyarabilirim. ‘Feminist’ bilim kurgu parodisi denilebilecek, 1984 yapımı Seksmisja, nitekim yönetmenin doruğudur. Zıt türlerin harmanı yapıntı, birbirine tezat üç türü başarıyla harmanlayarak, gelecekçi zemin üzerine inşa eder. Nevi şahsına münhasır bir adam Juliusz Machulski, keskin zekâsını kullanarak, zamanını aşan örtük siyasî hicivle bezediği Polonya üretimi kült bir film yaratmıştır. Böyle bir film yapacaksın, Polonya’lı olacaksın ve başrolüne, Polonya’lı tiyatro ve sinema oyuncusu Jerzy Oskar Stuhr koymayacaksın… 18 Nisan 1947 doğumlu oyuncu, aynı zamanda yazarlık ve yönetmenlik tecrübelerine de malik. 70'ler ortalarında film yönetmeni Krzysztof Kieślowski ile tanıştıktan sonrahayatı değişen Stuhr, 1996'da, Kieślowski'nin ölümüne değin kendisiyle çalıştı. Kieślowski’nin, Renk Üçlemesi ikinci halkası olan 1993 yapımı muazzam filmi, Üç Renk: Beyaz(Trois Couleurs: Blanc)’da, Polonyalı Karol Karol adlı bir adamın, karısına ve insanlara yönelik yaşam mücadelesi, düş kırıklıkları ve hepsinden öç alma çabasını anlatır… Bu film, kendisine dünya genelinde şöhret getirmiştir. Stuhr ayrıca, Polonyalı usta yönetmenler, Agnieszka Holland, Andrzej Wajda ve Krzysztof Zanussi ile de çalışmıştır. Bunlardan evvel Kieślowski’nin yönettiği 1979 yapımı Amatör’de, kamera ve film tutkunu bir adamı, yine Kieślowski’nin, 89-90 arası Polonya televizyonu için yaptığı 40 ve 50 dakika arası değişen sürelerde, ünlü Dekalog serisi 10. bölümünde (Decalogue X), oğlu Maciej(1975 doğumlu) ile oynamışlardır…

ÖYKÜ

Nobel ödüllü çılgın bir Profesör Wiktor Kuppelweiser 1991 yılında, eşine rastlanmamış bir deney gerçekleştirmek ister. Uzman kimseler arasından seçilecek iki kişinin bedenlerini dondurarak onları, üç sene sürecek bir buz uykusuna yatırmayı tasarlamaktadır. Daha evvel bir şempanzeyi, yarım yıl mühletle başarıyla kış uykusuna yatırmıştır. Karıları dırdırlarından bıkmış, macera aranan eş yaşlarda, Maksymilian Paradys(Jerzy Stuhr) ve biyolog Albert Starski(Olgierd Łukaszewicz), bu olanağa deyimi yerinde balıklama atlayarak, deneye gönüllü olmuşlardır. Çığır açtığı düşünülen deney, televizyonda canlı yayınlanır. Üç yıllık bir uyku evresi nihayetinde 1994’te uyanacaklardır. Denekler, uyku kapsüllerine güvenle yatırılırlar. Ve her şey kararır…

Üç sene sonra, düşünüldüğü gibi 1994’te uyanmak yerine, 2044 yılında nükleer kıyamet ardılı bir dünyada uyanırlar. İkisi de, biyolojik olarak, uykuya yattıkları yaşlarda olsalar da, zamansal açıdan seksen altı yaşındadırlar. Gözlerini, dört yanlarınca çevrelendikleri beyaz duvarlar arasında aralarlar. Bulundukları, penceresiz küçük alan sade döşenmiştir. İlkin her şeyin olağan seyrettiğini, sağlık değerlerinin normale dönmesi için burada bekletildiklerini düşünürler. Ne de olsa, gelecek insanları hiçbir şeyi şansa bırakmazlardır. Onlarla ilgilenen Lamia Reno’ya ilgi duymağa başlayan Max(Jerzy Stuhr), geçmişte evli olduğu ve o zamanda ter edip, gittiği karısına karşın kıza âşık olur. Güvenlikten sorumlu mini şortlu kızlar, temizlik ekibi, hemşireler, cabası kötü yemekler derken, başta kesif haz duydukları her şey, tuhaf gelmeğe başlar. En mühim kaygıları, neden hâlâ orda tutulduklarıdır? Profesör Kuppelweiser ile görüşmeyi talep ettiklerinde, Lamia ve Dr. Berna, Profesör’ün artık yaşamadığını, uzun zaman evvel her şeyi yok eden küresel bir savaş olduğunu, tüm erkeklerin neslinin tükendiğini söylerler. Bulundukları bölge, yerin yüzlerce metre altında bir yer altı üssüdür. Kızlar tarihin, 8 Mart 2044, Dünya Emekçi Kadınlar Günü olduğunu belirttiklerinde, şok geçiren dostlarımız, yüzleştikleri hakikate karşı tipik erkek çocuk edâsıyla mızmızlanarak, ağlamakla yakınırlar… Max ve Albert, yaşadıklarının, kış uykusu yan tesiri itibariyle bir sanrı olduğunu düşünürler. Odadan çıkmağı denediklerinde, demir kapıdan elektrik çarpar. Sevgili dostlarımız, bundan böyle sürekli gözetim altında tutulmağa başlarlar. Ziyaretlerine gelen Lamia, onlara, ‘Döllenmesiz Üreme(Partenogenez)’ yöntemi ile çoğaldıklarını anlatır… Bunun üzerine Max, Lamia’yı öper ve üzerine atlar. Güvenlik ekibi içeri dalar ve dostlarımızı bir güzel pataklar… Devir tersine dönmüştür, artık kadınlar, erkekleri dövmektedir.  Bunu izleyen kadınlar, eril dostlarımız için ötenazi yaptırımına kanaat getirirler. Odadan çıkmış olan Lamia, hâlâ yaşadığı şokun tesirindedir. Zira tüm kızlar, kadınlar gibi o da, hapla uyuşturulduğundan cinsel haz duymamaktadır. Lâkin zihninden, bedenine gönderilen tabiî uyarımlarla, aklı karışmış; âdeta efsunlanmıştır. Olağan içsel kaygıyla, savaştan evvel erkeklerin nasıl yaratıklar olduklarını öğrenmek için kaydını, bilgisayardan bakarak bulduğu o zamanlardan beri yaşayan en ihtiyar kadın, yetmiş dört yaşında Julia Novack'i aramağa koyulur… Kendisini, köhne bir bölgede, penceresiz tek göz bir hanede bulan Lamia, onu dinlemeğe başlar. Kadın, o dönemler nişanlı olduğu adamdan sevgiyle söz eder. Kızın gözlerine bakarak, tüm içtenliğiyle, çift eşeyli eski düzenin getirilmesi gerektiğini belirtir. Bu, bizi biz yapan evrensel niteliktir. Zira sevgi, her şeydir. Lamia’nın durgun çehresine bakar ve bu yüzü bildiğini belirtir; âşık olmuş bir duruştur bu…

Birkaç gün sonra, Max ve Albert, kadınların yüce hükûmdarları, ‘Ekselansları’ ile görüşmek üzere dışarı çıkarılırlar. Biyolojik sığınakta, kendisini beklerlerken, bir sera görürler. İçi, minik elmalı bir ağaç ve nevi yapay yemişle doludur. Onları tüketmeğe başlarlar. Ancak tadından iğrenirler. O esna, az öteden onları izleyen kadın hükûmdar ile kadınlar meclisi üyeleri, kutsal elma ağacından yiyen adamlar karşısında şok geçirirler. Güvenlik ekibi, dostlarımızı bir güzel döverler ve yaka paça odalarına geri götürürler…

Kadınlar kurulu huzuruna çıkarılırlar. Oturumda, onlara, insanlığa neler ettiklerini sorarlar. Kadın bir üye, erkeklerin neslinin tükenmesiyle alâkaları olmadığını, savaş esasında Profesör Kuppelweiser, erkek kalıtlarını geçici felce uğratması umulan, ama bunun yerine hepsini yok eden bir ‘M’ bombası icat etmiştir. Böylece, hemcinslerini büsbütün saf dışı bırakmıştır. Max, ortağı Albert ile beraber, erkek neslini yeniden oluşturmayı teklif eder. Bunun üzere karşılıksız, dölleyici olacaklardır. Fakat kadınlar, eski düzenin geri dönmesini kesinlikle istemiyorlardır. Buna, hiddetle karşı çıkarlar. Kadın hükûmdar, kutsal elma ağacını göstererek, onun, Baş Ana tarafından dikildiğini, lâkin cennette, ilk erkeğin, onunla ilk kadını baştan çıkardığını anlatır. Bu sebeple ebedîyen cennetten sürülmüşlerdir. Yine aynı olmuştur. Çıplak –elmasız- ağaca bakan kadın hükûmdar, eksik kutsal elmalardan ötürü hiddetlenerek, erkeklerin hapishanelerine geri götürülmelerini ve kesinlikle hiçbir sebeple bırakılmamalarını emreder.

Yeniden hapsedilen dostlarımız, buradan kurtulmanın olanağı olmadığını düşünmektedirler. Bir süre sonra, elektrik şebekesine zarar vererek kaçmayı tasarlarlar. Bunda başarılı olurlar. Odadan çıktıklarında karşılaştıkları, kas gücünde âciz kaldıkları kızları öperek bayıltırlar. Bazıları, erkeklerden etkilenmemek için onlardan kaçarlar. Kapalı yer altı üssünde ilerlerken, erkeklerle nasıl etkileşime geçecekleri hususunda eğitilen-güdülen eril kızlarla dolu bir sınıfa dalarlar ve yakalanırlar. Bu kez, yerde sürüklenerek götürülürler…

Kadınlar, onlara son şans verirler. Aralarında hür fertler olarak yaşamak istiyorlarsa, hayatta kalan bazı erkeklerin yaptıkları gibi cinsiyet değiştirme ameliyatı olmağa mecburdurlar. Bu durum, yurttaşlığa kabullerini kolaylaştıracaktır. Bizimkiler, bunu reddettiklerinde, hapsedildikleri odanın tavanı kayarak açılınca, hayatta az coşku aranmış Albert ve Max, geleceklerine hükmedecek kadınlar yargısı huzurunda bulurlar kendilerini. Çehreleri hiddetle dolu kadınlar, tüm kötülüklerin, ahlâksızlıkların nüvesi olarak erkekleri görmektedirler. Daha ileri giderek, Kopernik, Einstein ve Pincus(Partenogenez öncülerinden) gibi büyük bilim adamlarının aslında kadın olduklarını iddia ederek, kendilerince bir nevi tarihsel düzenlemeğe girişirler… Nihâyetinde, erkeklerin zorla yurttaşlığa alınmalarını düşünerek, oylama başlatırlar; karar, tek oy farkla onanır. Geçmişten gelen bu iki meczup, cinsiyet değiştirme ameliyatı geçirecekler ve kadınlaşacaklardır…

Bundan asla kurtulamayacaklarını anlayan Max ve Albert tekrar kaçarlar. Kâbus gibi yüzlerce metre yer altında bölgeden, yüzeye doğru firar ederlerken, hiç erkek görmemiş kadınlarla karşılaşırlar. Kadınlar, onları hemcinsleri sanarak, kız kardeşleri görürler. Tesis bölgesi hudutlarında gezinirlerken, yerde bir şarap şişesi(20. yüzyıl sonları Polonya'da çok satan bir marka), 1993 tarihli, ‘Dünya Savaşı’ndan söz eden çok eski bir gazete sayfası ile duvar dibinde iyesiz bir çizme bulurlar. Her şeye daha net kanaat getirirler. Peşlerinde olan güvenlik ekibi tarafından köşeye sıkıştırılırlar ve bir atık oluğundan aşağı kaçarlar. 

Baskıcı feminist düzenin parçası olmak istemeyen, yüksek ses müzik çalan ve bazıları lezbiyen ilişkilere giren anarşist, hippi kadın topluluğu, ‘Çöküş’ün, yuvasını keşfederler. Ancak kadınlar, Max ve Albert'ı, hükûmet casusları sanırlar. Peşlerinde olan düzen güçleri ansızın saldırırlar. Ortalık curcunaya döner. Bizimkiler, hengâme esnasında kaçarlar. Firarları sırasında, Lamia ile karşılaşırlar. Kız, kendilerine ölgün, radyoaktif kirlilikte anlatılmış yeryüzünü gösteren bir mercekli araç-periskop ile yüzeye bakmaktadır. Dışarı, M bombası tesirinde karanlık, çorak bir manzara olarak görülür. Bununla beraber Lamia, tipik kadın olarak topluluğuna sadıktır ve erkekleri yakalatmağa kararlıdır.  Organları nakil için çıkarılacak, kalıntıları artan besin kıtlığı sebebiyle olası besin kaynağı olarak kullanılmak üzere değerlendirilecektir. Ameliyatı yönetecek kişi, ihtiyar bir kadın olan baş cerrah Dr. Yanda, çıkarları uğruna karısını ve çocuğunu gözünü kırpmadan terk ederek, kış uykusuna yatan Max’in kızıdır. Babası görmediği, düşmanı erkeği zevkle katledecektir. Bunu anlayan Lamia, ameliyatı sabote ederek, adamların kaçmalarına yardım eder. Ayrıca Lamia, periskop odasında, yüzeye ulaşan bir kapsülü etkinleştiren kodu vermezlerse, tüm bloğu patlatacağını söyleyerek, gardiyan kızları tehdit eder. Max ve Albert ise, koruyucu giysiler bulup, giyerler. Gardiyan kızlar, şifreyi yalnız hükûmdarın bildiğini belirtirler. Öfkelenen Max, kapsüle, -Senin annen bir fahişe! diye küfreder. Bunun üzerine kapsül devreye girer. Lamia’da, koruyucu giysi giymiştir. Beraber yüzeye doğru çıkarlar…

Alabildiğine dümdüz çorak topraklarda, yer yer lav ırmakları akmaktadır. Yüzeyi keşfederken, Max aniden görünmez bir bariyere çarpar ve daha ileri gidemez. Giysideki bıçağı çıkartıp, bariyer kumaşını keser ve göz kamaştırıcı bir ışık ortaya çıkar.  Dört yanları ve tepeleri, çorak topraklar panoramasıyla kaplı, küçük, dairesel bir çadırdır. Açılan gedikten geçerek, bir kumsala ulaşırlar. Çevrelerini keşfe çıkarlar; bir ormana ulaşırlar. O esna giysilerinin oksijeni biter. Max ansızın neşeyle haykırarak, kaskını çıkartıp, göğe fırlatır ve uçan bir leyleği işaret eder. –O yaşayabilirse, biz de yaşayabiliriz demektir! der. Hepsi astronot süitlerini soyunduktan sonra, taze yiyeceklerle dolu bir villa bulurlar. İçeriyi keşfedişleri ardından, bahçede yemek yerlerken, onları, buraya değin takip eden, elinde zıpkı silâhı olan Emma tarafından esir alınırlar. Ancak kızın oksijeni biter ve havasızlıktan düşüp, bayılır. Albert, kızın kaskını çıkarır, suni teneffüs uygular. Onu, villaya taşır. Elbisesini soyar… Emma, kendine geldiğinde, yanı başında bulduğu Albert ile kavga eder. Boğuşurlarken yanlışlıkla televizyonu açarlar. Lamia ile Emma'nın öldüklerini, Max ve Albert’ın, cinsiyet değiştirme ameliyatlarının başarılı olduğunu ve yurttaşlık hakkı kazandıklarını belirten haberi görürler. Üstelik onların yerine geçen iki olgun kadınla söyleşi yapılmaktadır. Kadınlar, cinsiyet değişikliği için hükûmdara ve kadın kardeşlerine çok minnettar olduklarını anlatırlar…

Daha sonra, oturma odasında dinlenirken, Max ve Albert aniden gelen bir asansör sesi işiterek, gizlenirler. Asansörden, kadın hükûmdar çıkar. Salona girer; kafeste kuşlarını sevip, beslemeğe başlar. Fakat gardırobu açınca, içerde saklanan Max, ona saldırır. Boğuşma esnasında, kadının göğüsleri ve saçları açılıp, üzerinden düşer. Kadın değil, kılık değiştirmiş bir erkek olduğu anlaşılır. Ayrıca, sesini bir kadın sesine dönüştüren elektronik bir kolye takmıştır… Dünya Savaşı’nın hemen ardından, Kadınlar Cemiyeti iktidara geldiğinde, dört yaşındadır; kalan birkaç erkek çocuğu, cinsiyet değiştirme ile kız yapılarak, yurttaşlığa alınır. Kendisi, annesi tarafından saklanmış ve kız çocuğu gibi gösterilmiştir. Kadın kılığında büyümüştür… Doğru zamanda, doğru bürokrasi ile başa geçmiştir. Kimliğinin ifşa olmasından çok korkuyordur. Bu sebeple, herkesi yer altında tutmak ereğiyle radyasyonla kaplı yeryüzü yalanını uydurmuştur… Üçü, anlaşma yaparlar; Max ve Albert, onun esas hâlini görmezden geleceklerdir. Karşılığında, Lamia ve Emma ile villada kalacaklardır…

Daha sonra, deneylik çalışanları kılığına giren Max ve Albert, kuluçka merkezinde, dişilerin bulundukları şişelere, erkek gametler eklerler. Birkaç ay sonra, yeni doğan bebekleri battaniyelere saran bir hemşire, bebeklerden birinin penisi olduğunu görünce, dehşete düşer…

ALT METİN

Bolca siyasî ve toplumsal hiciv barındıran filmin, her şeyin olduğu gibi nüvesi sayılan ‘üreme=cinsellik’ gerçekliği ilkin, tabiî hakkın yoksunluğu olarak, ardından –bilhassa son sahnelerde- aşırılığında, toplumu nasıl sapkınlaştıracağından, tıpkı seks eyleminde olduğu gibi artan dizemle ilerleyerek, bolca alt unsurla(siyaset, cinsiyet meselesi, toplumsallaşma…) anlatıya nakşedilmiş. Müfrit ölçütte, ‘feminizm’ =kadın-erkek düşmanlığı, ‘komünist’ bloğu toplumsal gerçekliklerine, düzenin çöküşünden bir müddet evvel o raddeye doğru bolca nükteler içeriyor. Komünizm’in düşüşü algısı üzerinden siyasî özgürlük vurguları yapılıyor… Max ve Albert’ın kaçarlarken, duvardan atlamağa teşebbüsleri nihâyetinde sallanmağa başlayışları(Berlin Duvarı düşüşü) Kadınlar Birliği’nin, gizli toplantısında, erkeklerin sebep olduğu kötülükler ve yalanları, dönemin Polonya Komünist Hükûmeti’ne imadır. Bu sebeple bazı bölümler, hükûmet sansürcüleri tarafından, Polonya sinemalarında gösterilen kopyalardan çıkarılmış. Açıkçası, günümüzde kadınların baskın konumda oldukları baskıcı bir düzen-hayali kötü yer üzerine üretim yapmak, nam-para kazanmamakla eş değer. Yine de film, dönemini aşan istem ötesi biçimde günümüzü de alegorik açıdan görmeği başarıyor…

Juliusz Machulski
Başta değinmiştim, ‘cinsiyet meselesi’ diye. Dünya genelinde, tuhaf bir cinsiyet sorunu, aldı başını gidiyor. Sözde, kadınlara, her şeyde öncelik tanıyan, ‘batı lobileri’ destekli küresel bir ‘cinsiyetsizleştirme’ uygulaması olan ‘feminizm’ tüm yönelimlerden katı bir kadın-erkek savaşı oluşturmağa uğraşıyor. Tabi ulus bilinci gelişmiş, ananeleri kökleşmiş toplumlarda böylesi yaptırımlar anca yavan kalsalar da, ne yazık ki, -şöhret ve para uğruna, kendi toplumu değerlerini kanser hücresi misali kemiren- tesirinde silikleşenler varlar elbet…

Kötü Yer’den, Yok Yer’e –var olmayan yer- uzanan anlatı düzlemi, olağan yaşamdaki denli bir bitişin, yeni başlangıç yarattığı nihâyetle tamamlanıyor. Ama kadınlar birliği öyle hemen yıkılmıyor. Nüksederek, aralarına sızmağa başlayan eril varoluşla düzenlenme sürecine giriyor…

Film, döneminde çok beğenilmiş ve zamanla kültleşmiş. 1984 En İyi Polonya Filmi, Złota Kaczka ödülünü almış. Son yarım yüzyılın en iyi Polonya filmi olarak kabul görmekte. O dönemler, Macaristan’da gösterildiğinde, oldukça beğenilmiş. Zamanında, Rus bloğunu yıkmağa uğraşanlar için oldukça başarılı bir kaynak oluşturmuş…