SESSİZ DÜNYA
Dünya, yirmi birinci yüzyılı saran
salgın hastalıkların, doğal felâketlerin makul neticelerinden gözüken ‘pandemi’
süreciyle boğuşurken, dilden dile dolanan, akla yatkın bazı iddialarda yeni
fikirler üretilmesine sebep oluyordu. Bunlardan biri, ‘DNA’ manipülasyonu-müdahalesi
ile ilgiliydi. Zamanımızın meseleleri, epey evveli, bir asır öncesine
uzanıyordu muhtemelen… Yeni Zelandalı yazar Craig Harrison'ın, 1981 tarihli
bilim kurgu romanı, böylesi hâdiseyi az kurgulamış biçimiyle, bolca alt metin
içermektedir. Odağında, bunalımın eşiğinde tipik ‘uygar’ birey yer alır.
Kendinden kuşkuya düşmüş, bir uyanışın eşiğinde kişi, ‘yeni bir dünya’ umudu
taşımaktadır… Roman, Geoff Murphy(Freejack, 1992)'nin yönettiği aynı adlı, 1985 tarihli Yeni Zelanda yapımı bir
bilim kurgu filmi olarak uyarlandı. Dilimize, ‘Sessiz Dünya’ olarak çevrilen ve
başrollerini, caz müzisyeni olan ve 1995’te akciğer kanserinden ölen Bruno
Lawrence, Alison Routledge ve Peter Smith'in paylaştıkları, ‘kıyamet sonrası(post-apokaliptik)’ , ‘distopik’ zamanda fakat felâketten
hemen sonra geçen bilim kurgu filmidir. Anlatısı büsbütün, Craig Harrison'ın
1981'de yazdığı aynı adlı bilim kurgu romanına dayanır…
Film,
eş zamanda Yeni Zelanda yapımı ilk bilim kurgu filmidir. Ancak özgün hikâyesi,
tamamen yazarın kurgusuna dayanmıyor. 1970'lerde, Yeni Zelanda'da bir Amerikalı
turistin yaşadığı tuhaf tecrübeyi temel almaktadır. Yeni Zelandalılar, hafta sonları
çalışmadıklarından, gece geç uyurlar. Turist, bir Pazar sabahı, Auckland eyaleti
merkezine gelir. Sabahın erken vakitleri burası terk edilmişçe bomboştur.
Çevreyi gezinir, ancak her yer kapalıdır ve kimseyi bulamaz. Kendi deyişiyle,
kendini, dünyada son adam hissetmiştir…

Yeni Zelanda’nın Hamilton
eyaletinde, 5 Temmuz sabahı(Güney Yarım Küre’de güz) olağan bir kış günü başlamaktadır.
Saat, 06: 12’yi gösterdiğinde, güneş bir ân kararır; kırmızı bir ışık görülür.
Yatağında çırılçıplak uyuyan ana karakterimiz Zac Hobson(Bruno Lawrence), küresel bir enerji şebekesi
oluşturma deneyi olan ‘Project Flashlight-El Feneri Projesi’ üzerinde çalışan,
uluslararası şirketler birliği(konsorsiyum) parçası bir kurum olan Delenco bünyesinde bir bilim adamıdır. Atomlarındaki
nötronların yapılarını değiştirerek, maddelerin özünü başkalaştırmağı
hedefleyen bir deneyi denetlemektedir. Bazı gerçeklerin, kendisinden
saklandığından kuşkulanan Zac, giderek belirsizleşen deneyi, tehlikeli bularak,
durdurulması gerektiğini üst makama bildirmeği düşünmektedir. Zac, şimdiye
değin insanlık aleyhine yapılan tüm ilimsel çalışmaların, kötülük yarattığını
düşündüğünden, vicdan azabıyla, hap içerek intihara kalkıştığı gece sabahı,
6:12'de, bu hâdise üzerine uyanmıştır. İntihar zamanlaması, hâdiseye denk
ettiğinden, ölmek yerine, durumu ters teperek, hayatta kalmıştır. Uyanınca,
telsizini açar, ama herhangi yayın alamaz. Olağan güne başlar gibi işe gitmek
üzere giyinir ve evden çıkar. Yaşadığı eyalette bir benzinciye gelir. Etrafa
bakınır, fakat kimseleri göremez. Bunun üzerine işyerine gider, Delenco merkezi
arazisine, bir yolcu uçrağı düşmüştür. Ama enkazında hiç ceset gözemez; yalnız
boş koltuklar vardır. Zac, işyerine giriş yapar. Ortalıkta kimse yoktur.
Şirketler birliğine bağlı dünya genelinde diğer tesislerle iletişim kurmağa
uğraşsa da, netice edinemez. Üst düzey enerji çalışmalarının yapıldığı,
şirketin yeraltı laboratuvarına iner. Ortada, bir kontrol panelinde öyle
oturup, kalmış bir meslektaşının, yüzü yanmış cesedini bulur. Monitörde, ‘Project
Flashlight Complete(El Feneri Projesi Tamamlandı)’ mesajını okur.

Düşünür ki, herkesin ortadan kayboluşu, El Feneri
projesinin etkinleştirildiği anla eş zamanlıdır. Kendi de, bununla çakışan bir
sebepten ötürü hayatta kalmış olmalıdır. Ancak uçağın düşmesiyle çıkan
yangından ötürü laboratuvarda, aşırı ölçütte radyasyon sızıntısı yaşanmaktadır.
Bu nedenle ana bilgisayar, tüm çıkışları otomatik olarak kapar. Zac, dışarı
çıkamaz. Kendi kendine bir bomba düzeneği hazırlayarak, üstü, şirket arazi olan
alana açılan bir gedik yaratır. Patlama olurken, bir ses kayıt cihazına
kaydettiği kendi sesini dinler. Kayıt, El Feneri projesinde, yıkıcı sonuçlar
yaratan bir arıza oluşmuş olabileceğine dair düşünce yürütmektedir. Sabahtan
beri anladığına göre dünyada kalan tek kişidir. Bu sonuca, ‘tesir’ adını verir.

Zac
ıssız kente iner. Etrafa bakınır, lâkin kimseler yoktur. Artık yalnızlığına
bütünlükle inanarak, hep yapmak istediği ama maddî el vermediği, olanaksız
şeyleri yapmağa üstelik onlara sahip olmağa girişir. Bir köşke taşınır. Büyük
bir odada, kocaman bir yatakta yatar… Bir alışveriş merkezinden, çok sayıda
pahalı eşya alır… Haftalar, böyle çılgınca yitip, giderken, zihinsel dengesi
bozulmağa başlar. Kaldığı köşkte bir kadının geceliğini giyer, pompalı tüfekle
intihara kalkışır. Histerik neşe ve umutsuzluk arasında gidip, gelen ruh h
âli, her şeyin başladığı noktaya, intihar ettiği âna
dönmüştür. Dünyaca ünlü, siyasî-dinî(Hitler, 2. Elizabeth, Ronald Reagan, Papa
gibi) simaların tek boyutlu
karton maketlerini, köşk bahçesine koyar. Çarşaftan bir toga yapıp, balkona
çıkar ve onlara hitap etmeğe başlar. Alt fonda, büyük hoparlörlerden temsili
alkışlar, tezahüratlar ve ıslıklar yükselir. Zac kendini, Sessiz Dünya’nın
başkanı ilan eder. Ancak o esna jeneratörün mazotu biter ve elektrikler
gidince, her şey kararır. Zac kendi kendine, tanrı olduğunu ilan ederek,
bilerek boş bir çocuk arabası üzerinden büyük bir hafriyat kamyonuyla geçer. Yolun
sonudur. Zira işkence edecek kimse kalmamıştır. Pompalıyı, ağzına verir. Ansızın
hisleriyle yüzleşir. Bunları yaşıyorsa, zaten ölmüş demektir…
Ölmekten beter olmuşluğunu, günlük akışa bırakarak, yer, içer,
malzeme toplar… Bir sabah, bir evde, jeneratörle çalıştırdığı bilgisayara
bakarken, Joanne(Alison Routledge) adlı genç bir kadın belirir. Zac, kıza ilgi duymağa başlar. Ancak
bir türlü ona açılamaz. Kenti gezerler, alışveriş yaparlar, en pahalı
restoranın, vitrin cam kenarında yiyip, içerler. Yapacak şey bulamayınca,
ortalığı temizlerler. Yine çevreyi gezinip, malzeme arandıkları bir gün Zac,
Api(Pete Smith) adında büyük bir ‘Māori’ olan hayatta kalmış başka biriyle
karşılaşır. Birbirlerine sarılırlar. Beraber olup, yola koyulurlar. Neden
hayatta kaldıklarına dair düşünürler. Etki anında, üçü de öldüklerinden, ‘etki’
olayına maruz kalmamışlardır. Zac, kendisi gibi tam nötronların değişim anında
ölüm tecrübesi yaşayanlar, -saç kurutma makinesi yüzünden kendisine elektrik
çarpan Joanne ve karısı ile aşk yaşadığı arkadaşı tarafından nehirde boğularak
öldürülen Api- hariç herkes yok olmuştur. Zac, kendisinin de sorumlu olduğu bu
durumu düzeltmek üzere çok az zamanı olduğunun ayrımındadır…

Api ile
Joanne(beyaz ve esmer)
birbirlerine duygusal açıdan ilgi duymağa başlarlar. Zac, ‘tesir’in
yinelenmesinden çekinmektedir. Bu gerçekleştiği takdirde, kurtulma olanakları
yoktur. Bunun üzerine, her şeyin kaynağı Delenco tesisini imhâ etmeğe karar verir.
Ancak, Zac’inde, Joanne’e hayranlığından ötürü, Api ve Zac arasında,
Joanne’inde dâhil olduğu üçlü bir çatışma çıkar… Bir süre sonra, kişisel kaygılarını
bir kenara bırakarak, geleceklerinin daha önemli olduğuna karar verirler. Havai
fişek vb. nevi patlayıcı yüklü bir kamyonla, tesise doğru yola çıkarlar…

Oraya
vardıklarında Zac, tesisten sızan ölümcül iyonize radyasyon seviyesi
yüksekliğini tespit edince, araç durmak mecburiyetinde kalır. Zac, kamyonu bir
biçimde içeri sokmak üzere bir çare düşünür. Sonunda, aracı uzaktan kumanda
ederek, bunu başarabileceklerini düşünür. Onlara, uzaktan kumanda cihazını
bulmak için kente gideceğini söyler. Zac yokken, Api ile Joanne, güvenlik
kulübesinde sevişirler. Daha sonra Api duygusallaşır ve Joanne'e, kamyonu
sürerek, kendini feda etme niyetinden söz eder. Kumanda bulmaya giden Zac'in
fikrinin, işe yaramayacağını düşünmektedir. O esna kamyonun sesi duyulur.
Dışarı çıkıp, baktıklarında Zac'in, kasabaya gitmediğini anlarlar. Kamyonu,
tesisin, düşen uçakla yıkılan ve yeraltına uzanan zayıflamış çatısına sürer.
Etki doruğa ulaştığında, patlayıcıları tetikler.

Yine 06:12’de, her şey birden kararır ve kırmızı bir ışık
görülür. Zac, gözlerini araladığında, bir kumsalda yüzüstü yatmaktadır. Okyanus
ufkunda, denizin dalgalarını andırır tuhaf bulut oluşumları gerçekleşmektedir.
Su kenarına doğru yürürken, ufukta yavaşça devasa bir halkalı gezegen-Sekendiz(Satürn) görülür…
1985,
Yeni Zelanda yapımı The Quiet Earth, sonu itibariyle, yönetmeni ve yapımcısına
göre ana karakterin, iki dünya arasında sıkışmışlığı ve uyandığı yeni dünyada
ne yapacağı merakına dair yoruma açık bitirilmiş. Filmde, atıfta bulunulan
‘Etki’ , uzay-zaman dokusu bozulumu olarak tanımlanır.
Yapımcı,
Sam Pillsbury, -Cameo- arabanın ön kaputunda uzanırken, görülür.
Delenco
şirketine düşmüş yolcu uçağı sahnesi, terk edilmiş bir gübre fabrikasında
çekilmiş.
Api
ismi, Âdem(İngilizce, Adam),
kıyamet(Apocaliptic) ve bir
maymun ismini, Apu çağrıştıran, tek tanrılı dinlerde, Âdem ve genel evrim
kuramında, ilk insansıların(Homo Erectus) birleşiminden türetilmiştir…
Ana
karakter Zac’in, hikâye başında çırılçıplak uyanışı, kadın kıyafeti giymesi,
yalnız bir adam oluşu, –hoşlandığından emin olamadığı Joanne’e dahi
açılamayışı- ve film bitiminde uyandığı kumsalda, halkalı gezegene bakışı(Antik
Anadolu’dan, antik Yunan’a, oradan antik Roma’ya ithâl, sözde batı söylence
kültüründe, Sekendiz-Satürn, gücünü yitirme kaygısıyla, evlâtlarını yiyen tanrı), ataerkil gereklilikler yüküyle
ezilen erkeğin, ruh bilimsel irdelemesinde, erginlenme sürecinde henüz oğlan
iken, babanın yerini alma gibi ağır sorumluluğu karşısında, algısına işlenen
kadın-ana korkusunu, ayrıntılamasına tetkik eder. Erkeğin dişi içsel
özü-Anima’sı onu, en derin kaygılarından-korkularından arındırarak, hür bir
kişi yapan, derininde uyuyan gizil güçtür. Zac’in, işine duyduğu kuşku budur.
Babadan alınan, mirasa duyulan şüphedir. Olmak, yapmak zorunda kalınan bağnaz
gerekliliklerin dışına çıkmadır. Bu, ancak ölüm ve yeniden doğuş ile olasıdır. Api’den
ölümüne kaçışı, babanın reddidir. Api ile Joanne’e, kente cihaz aramaya
gideceği yalanını söyleyerek, ölümcül amacına koşmasıyla, eril sınırlamalarla
donanmış et ile kemikten-o varoluşundan koparak, genel mitolojide eril simge,
Satürn’ün gölgesi tesirinde erkek olmaktan çıkar ve ona çıplak gözlerle
doğrudan bakma yürekliliğini gösterme lütfuna nail olur. Zira film, kızıl
güneşin yükselişiyle başlar, halkalı gezegenin yükselişiyle biter…

Api'yi
oynayan aktör Pete Smith'in ilk filmi. Smith, çocukken suçluymuş. The Quiet
Earth (1985) yalnız ilk oyunculuk deneyimi değil, aynı zamanda çıkışıdır; o
zamandan beri oyunculuk yapmaktadır…
Zac
Hobson(Bruno Lawrence), enerji
şebekesine, ‘El Feneri Projesi’ adını verir. İşin manidar kısmı, filmle hemen
hemen aynı zamanlarda ‘Operation Flashlight’ adlı bir Amerikan savunma projesi vardı.
Tek bir odayı yok edecek denli küçük, başka şey içermeyen, düşük verimli atomik
patlamalara dayanan çok gizli bir çalışmaydı…
Etki
nedeniyle tüm saatlerin durduğu zaman dilimi sabah 06.12 idi. Her Amerikan
filminde olduğu gibi bu, hristiyanların vahiy kitabında, 6.12 numaralı
referanstır. -Güneşin saç çulları gibi
siyahlaştığı ve ayın kan gibi siyahlaştığı büyük bir deprem meydana gelir. Altıncı mührü açarken, gördüm ve büyük bir
deprem oldu; güneş saçtan bir çul gibi karardı ve bütün ay kan gibi oldu…
Romanın,
filmden farkları, kitapta Zac Hobson, DNA'yı manipüle etmekle ilgili bir projede
yer alan bir genetikçidir. Yüksekten düşme kâbusundan uyandığında, Yeni Zelanda'nın
Thames kentinde bir otel odasındadır. Kol saati 06:12'de durmuştur… Zac, canlı
balıklarla karşılaştığında, ‘Etki’nin, suya tesir etmediği sonucuna varıyor. Filmde
ise, üçü haricinde bir canlılığa dair bulgu yok… Romanda, Zac ve Api
karşılaştıktan sonra birbirlerine, geceleri işittikleri tuhaf sesten söz
ederler. Zac hikâye başlarında bunu ilk duyduğunda, çok korkar… Zac’in, otistik çocuğu boğularak ölmüş ve karısı onu terk etmiştir. Kitapta bir
bölümde, Api, denize dalmağa gidince, Zac, onu sudan çıkacakken yakalar ve
boğmağa kalkar… Romanda, Api, Vietnam gazisi; Zac, onun, Amerikalılarca
katledilmiş Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi insanlarının kanlı bedenleriyle
çekilmiş fotoğraflarını buluyor ve ruh hastası olduğunu düşünmeğe başlıyor. Bir
süre sonra onu uyku haplarıyla zehirlemeğe kalkışıyor… Başka bölümde, Api ve
Zac yine kavgaya tutuşurlar; silâhlı çatışma ve el bombalarının hava uçuştuğu
mini bir savaş yaparlar. Hobson, Api'yi öldürür ve yeniden yalnızlaşır… Zac,
oğlu ölümüne göz yumduğundan, kendini suçlamakta ve yaşadıklarının bir tür ara
bağlamda-arafta oluşuna yormaktadır…
