Princess Mononoke - Mononoke-hime

TABİAT ÖZLEMİ

Küresel çapta kırsala dönüş yaşanan zamanımızda türümüz, uzun zaman evvel toprağa yerleşme ile başlayan mülkiyet bilinciyle, işkollarının çoğalması ve binlerce yıl ardından gelen sanayileşme nihâyetinde Dünya’nın bütün bölgelerinde muazzam kentleşmelerle, bağrından koptuğu tabiat ile bütünleşmede, atalarından miras taşıdığı birtakım içgüdülerine meyil ederek, öze dönüş yaşıyor. Giderek mekanikleşen Dünya’nın havası, suyu, toprağı hızla kirlenmeğe, canlı nevileri, besin mebdeleri tükenmeğe yüz tutmuşlarken, cüzdanları kabarık maceracılar kuruntularını gerçekleştirebiliyorlar belki, fakat cepleri delik olanlar, bulundukları yerde kalarak, bir zamanlar kültürel ülkü olarak lânse edilmiş kentsoyluluğu kuru ekmek tokluğuna, mecburiyetle sürdürüyorlar… Henüz insan egemenliğine girmediği kadim zamanlar, birbirinden ulu gizemler barındıran doğa için Dünya’nın neresinde olursa olsun, çağlar evvelinden her kültürde destanlar, hikâyeler şiirler, türküler yazılıp, resimler çizilerek, fayanslar, seramikler, pişmiş topraklar yüzeyleri bezenerek, nevi kültürel biçimde günümüze ulaştı. İnsan, zamanla, onun bağlamından ıraklaşsa da, bilhassa onu katlederken, zulümlerini mazur kılarca zihni karanlıklarına arkaik değer olarak hapsetti. Sonunda, ondan beriye bir şey kalmadığı, anca kendinin kötüsü olduğunu anlayacağı gayrimuayyen vakte ilişkin asırlar evvelinde henüz türümüzün, tabiata yeni hâkim olmağa başladığı zamanlardan, yüksek olası karanlık bir atiye dair esaslı bilinçlendirme olan anime filme, en sevdiğim Miyazaki animesi Prenses Mononoke’ye etraflıca değinmek istiyorum. Japon halk masalları ile söylencesi temelli, Muromachi dönemi sonları, 1336 – 1573 zamanlı, batının geleneksel anlatı kurgusu biçimli Prenses Mononoke, kanımca Miyazaki’nin doruğudur.

Film, mahiyetine münhasır bir tabir almıştır; Mononoke. Çoğunlukla sanılan aksine Mononoke( veya ) bir ün değil, Japon Söylence kültünde, insanlara sahip olan, acıya, hastalığa, ölüme neden olan ve şekil değiştirebilen tabiat ötesi varlıkları karşılayan ruhlar, canavarlar için kullanılan, Japonca bir genel tabirdir. Kızgın, intikamcı ruh mânâsındadır. Hime, Japon dilbilgisi kuralları ve çoğu batı lisanında olduğu gibi, bir kişinin adından evvel gelen, ‘prenses’ anlamına gelen Japonca onursal sözcüktür. Filmin başlığı İngilizceye çevrildiğinde, Mononoke tam anlamıyla tercüme edilmek yerine bir isim olarak bırakılmıştır. Bu sebeple Ashitaka, kurtların büyüttüğü kıza, Mononoke yerine esas ismi ile San diye hitap eder.

Filmin, Ata’larımız Asya’lı Türkler ile ilintisi bu bağlamdan öte gelir. Çin kaynaklarında belirtilen, İslâm evveli Türk Tarihi’nde Kök Türk’ler çağına ilişkin, Türk’lüğün kurucusu sayılan iki aile öne çıkar: A-shih-na(Börüler – Kurtlar) ve A-shih-te(Barslar-Arslanlar). Ata temsili, Göksel bir unsur Kurt, Türk’lük bilinci ve değerleri her ne denli araplaştırılmışsa da, şimdiye değin nesilden, nesle yüksek hassasiyetle aktarılmış, millî bir simge olageldi. Ancak bunun yanında bir ana temsilimiz daha olduğu nerdeyse hiç bilinmemekteydi. Bunlar, Barslar-Arslanlar, A-shih-te(Aşite) ailesi simgesidir. Ülkü Aile bilincinde olması gerektiği gibi Türk aile üyelerinin her hususta daimi dayanışması, Türk’lerin Ata’ları sayılan bu iki boyda da görülmektedir. Aşina’lar(A-shih-na) yanlarında bulunarak, onlara destek olan Aşite’ler(A-shih-te)den söz edilmektedir. Filmde, Japonya’nın ırak bölgesi Muromachi’de, kadim ananeleri sürdüren Emishi’ler Han’ı Ashitaka ile kutlu Türk Tarihi’nde, A-shih-te(Arslan) benzerliğine bakıldığında, Miyazaki’nin, Çin kaynaklarını taradığı ve Japon’ların, Çin’liler gibi köklerinde, Türk’lük bulunduğu ayrımında oluşlarını çıkarımsayabiliriz. Bununla beraber filmde, Demir Kent ecesi Eboshi’nin, halkının demircilik faaliyetleri, erkekler ile eşit koşullarda omuz omuza çalışıp, yaşayan kadınlar, yine demirciliği kutsal sayan ve yalnız savaşmak, gündelik gereksinimleri sağlamak ereği ile değil, eş zamanda, Nevruz dediğimiz, ilkyaz başlangıcını kutladıkları günler Türk’ler, Gök Tanrı’ya minnet ile demir döğerlerdi. Ergenekon Destanı’nda, demirci Türkler, artık sığmadıkları dağlar ortasında ovadan çıkmak için çevrelendikleri Demir dağları yakarak, eritmeleri unsuru, Anime filmde, Orman Ruhu’nun kafası koparıldıktan sonra, kalan bedeninin sıvılaşarak değdiği şeyleri yakması ile benzeşir…

İslâm evveli yazılı kültürde, Türk Köken Söylence’lerinde, eri ile omuzdaş Türk kadını, evlenmeden evvel de, ailesi ortamında tüm dişi bireyler gibi erkek ile her hususta eşitti; bilâkis ondan öncelikliydi. Oğulda, kızda, Ata evine adım attıklarında evvelâ Ana’ya selam verirlerdi; ardından babaya. Kadın ile erkek, yüce Ata’lık mertebesinde eşittiler. İslâmî usullerle başkalaştırılan Türk ananelerinde, bazı ehlihibrelerin çağımızda ‘ataerkil’ diye çağrıştırdıkları tek taraflı yapı, büsbütün Türk dışı, bir unsurdur. Kadının, sopun esas sağlayıcısı ve devamlılıkçısı olduğuna dair bir emsâl, Han-nâme’de, Çingiz Han’ın büyük büyük anası, eş zamanda Buyan Han’ın kızı, Alan-koa’nın, babasından ayrı bir çadır isteyip, orada kaldığı bir tün vakti çadırı tünlüğünden(eski Türk’lerde, göklere-evrene açılan kapı, hava boşluğunu temsilen, çadır tepelerine bilinçli yapılan müdevver oyuk eş zamanda karanlık çadırı aydınlatırdı) giren göz alıcı bir ışığın, karanlık çadıra doluşunu gözlemler. Ardıl günler, çadır yakınlarına sürekli bir bozkurt gidip, gelmeğe başlar. Geçen zaman içinde karnı şişen Alan-koa, hamile olduğunu ayrımsar. Buna neyin, nasıl sebep olduğunu düşünürken, o gece çadırına giren ulu ışığı düşünür… Gök Tanrı’nın gönderdiği, Gök Yeleli Bozkurt’tan gebe kaldığını anlar… Burada görüldüğü üzere, kadını öncül sayan ifadeyle, Kurt’tan türeme, göksellik ile ilintilenerek, Türk’ün sopu, Gök Tanrı iradesiyle bengüleşmiştir. Diğer husus, İslâm evveli, ardılı Türk Kültür Tarihi’nde, Kurt’un niteliğidir.

Filmde, ‘Orman Ruhu’ denilen, bir nevi ren geyiği melezi misali görünen varlığın ve kurtlar tarafından büyütülmüş uzun zamandır ormanda yaşayan kurt kız Moro’nun, kurt boyundan oluşu, Aşina’lar(A-shih-na) yansımasına emaredir. Diğeri, kuzeydoğu Asya civarında yaşayan, rengeyiğine binen Türk’ler ve Arslan-Aşite’ler(A-shih-te) boyu ile benzeşen Emishi’ler-Ashitaka-Aşite’ler(A-shih-te), nerdeyse unutulmuş iki kurucu boyun, anlatı nihâyetinde yeniden buluşmaları ile tek sopu yaratacak oluşları doğrusal bir geleceğin öncelemesi misali gözükse de, Mononoke, Ashitaka’nın kendisine katılma teklifini reddeder. Zira kör kibrine kapılmış insanlığın, tabiata yaptıkları korkunçtur. Anime filmde, Orman Ruhu, Türk Köken Söylence’lerinde, belirtildiği üzere Türk Ata’sı Aşite(A-shih-te)’lerden türeyen Shê-mo-shê-li boyunun, yakınlarında yaşadığı Aşite mağarası batısında, büyük gömgök bir göl vardı. Bod önderi, Shê-mo adında bir Alp idi. Her şeyin olağan seyrettiği zamanlar bir akşam vakti Shê-mo, tabiat ötesi tecrübe yaşadı. Işıklar içinde(Göksel) ak bir ren geyiği tarafından ziyaret edildi. Göl İye’si(koyucu-idareci Tin’i) kızı, kendisini alıp, getirmesi için ak geyiği göndermişti. Orada bir müddet kalışı ardından, tan vakti, ak geyik sırtında boyuna döndü. Böyle geçen onlar yıl ardından,  Shê-mo’nun boyu büyük bir av etkinliği için hazırlanmağa başladı. Tün vakti gelip de, ak geyik sırtında Shê-mo, kızın yanına varınca kız, ona, -Yarın, av esnasında altın boynuzlu, ak bir ren geyiği, Ata’larının doğdukları mağaradan çıkacak. Okların, geyiği vururlarsa, sen yaşadıkça ilişkimiz sürecek; eğer onu kaçırırsan, ilişkimiz sona erecek. diye söyledi. Zamanı gelince Shê-mo, sürek avına çıktı. Av bölgesinde mağaradan altın boynuzlu ak bir ren geyiği çıktı. Shê-mo, askerlerine, avı sıkıştırmalarını buyurdu. Atik varlık hızla kaçarken, A-erh adında Alp tarafından vurularak, öldürüldü. Böyle emretmediği hâlde, buna yeltenen A-erh’in kafasını hışımla kesti ve ant içti; - Geyiğin katlinden itibaren, ebedîyen, Gök Tanrı’ya bir insan kurbanı adamak mecburî olacaktır. A-erh boyundan bir erkek seçilecek ve kurban olarak boynu vurulacaktır. Shê-mo, o akşam Göl İye’si, kızının yanına gitti. Kız, kendisine, - Elin, bir erin boynunu vurdu; hava, kan kokusuyla pis koktu. Bundan dolayı aramızda her şey bitti. dedi. Filmde, Mononoke’nin, Ashitaka’nın beraber yaşama teklifini, insanın kötülüklerinden ötürü reddedişi denli… Türk kökenini bulgulayan bu metin ile filmin simgesel ıraları yakın benzerliği oldukça dikkat çekicidir.

-Artık Tanrılar’ın zamanı sona erdi. Bencil tek bir Tanrı, tüm Tanrılar'ı öldürdü…

      EXCALIBUR (1981)

     John Boorman

Kadim zamanlar, Çin’in ve hristiyanlık yaymağa uğraşan ikiyüzlü misyonerlerin işgâlinde Japonya’nın, Muromachi bölgesinde Emishi köyüne, ormandan çıkagelen öfkeli bir yaban domuzu saldırır. Yaratık, Yaban Domuzu Tanrı’sı, Nago’dur. Öfkeli ruh, önüne çıkan her şeyi yakıp, yıkar. Son Emishi Han’ı Ashitaka, köye ulaşmadan ona mani olmağa uğraşır. Bir sebepten hayvana başkalaşım geçirten kötücül tesir, Ashitaka’nın koluna bulaşarak, kalıcı leke bırakır. Olay yerine gelen, köyün ileri gelenlerinden Şaman kadın, genç Han’ın, orman ruhu yaban domuzu tarafından lanetlendiğini söyler. Olduğu yerde yığılıp, ölen domuzun bedeni çözünür ve karnından, avuç irisi metal bir top çıkar. Gece köyde, taşlar ve çubuklar aracılığıyla Han’ın geleceğine bakan Şaman kadın, domuzun karına isabet edip, giren metal top yüzünden dönüşüm yaşadığını ve ruhun öldüğünü söyler. Ashitaka, ona dokunduğu için lanetlenmiştir. Çaresinin, domuzun geldiği topraklarda olabileceğini belirtir. Ancak buradan ayrılırsa Anavatanı’na dönemeyecektir. Yola çıkmağa hazırlanan Ashitaka, halkının ananesel simgesi ren geyiği Yakul’a biner. Kız kardeşi Kaya, ona kendisini anımsatacak değerli bir nesne verir; Ashitaka ardına bakmaksızın yola koyulur…

Lânet, ona insanüstü güç kazandırmıştır. Fakat tüm bedenine giderek yayılmaktadır. Zaman karşı savaşım veren Ashitaka, yolu üzerinde bir köyden geçerken, samurayların katliamlarına tanık olur. Bir köylüyü öldürmek üzere iken yayını gerip, okunu çeker. O esna lânet tesirini göstererek, kolunu güçlendirir ve istem ötesi ok atar. Öyle süratle gider ki, bir köylüyü öldürmek üzere olan zulümkârın iki kolunu birden koparır. Ashitaka, ren geyiği sırtında dörtnala ıraklaşırken, iki atlı samuray, peşine düşer. Onu ok yağmuruna tutarlar. Ashitaka, onları uyarsa da, durmazlar. En sonunda onlara karşılık verir ve birinin kafasını, gövdesinden ayırır…

Batıya ilerleyen Ashitaka, bir kasabada ara verdiğinde, pazar yerinde esnaf bir kadından pirinç alırken, ödemeyi saf altın tanesi ile yapar. Satıcı kadın, ona kızarak, para istediğini belirtir. O esna onları az öteden seyreden keşiş kılığında Jiko-bō, kadına sokulur; Ashitaka ardını dönüp, gider. Altını alıp, inceleten Jiko-bō, saf altın olduğunda diretir… Ardından, Ashitaka peşine takılır. Sel felâketiyle yıkılıp, terk edilmiş harabe bir köyde duraklarlar. Geceyi geçirirler… Tan vakti Ashitaka yola yalnız devam eder…

O gün çok yağmur yağmaktadır. Heybetli bir dağın enli eteklerini dolanan dar koyak boyunca Ece Eboshi ve adamları, pirinç yüklü öküzleri, Demir Kent’e doğru sürmeğe uğraşmaktadırlar. O esna ormanın karşı yakasından, kurta Tanrı Moro önderliğinde süratle yaklaşan kurt sürüsünü fark ederler. İri olanı sırtında kurt postu giymiş bir kız oturmaktadır. Bu kız San’dır. Kafileye saldırırlar. Eboshi’nin silâhlı adamları, üzerlerine ateş açınca kurt Tanrı, göğsünden vurularak yüzlerce metre aşağı düşer. Sürü de, peşinden gider. Aşağıda, ırmak kıyısında kurt sürüsü ve San’ı, yaralı kurdu tedavi ederken gören Ashitaka ilk zuhur yaşar. Ancak kız oralı olmaz… Yaralı bir öküz güdücünün feryadı yükselir. Ashitaka, o yöne gider. Adama yardım eder. Onu, geyiği sırtına bindirir. Ormanda yol alırlarken, minik beyaz yaratıklar Kodama’lar, onlara kılavuzluk ederler. Arar verirler; Ashitaka su içerken, az ötede gizemli yaratık Orman Ruhu’nu, bir nevi ren geyiği suretinde görür; lânetin yaraladığı kolu kendiliğinden oynamağa, hiddetle titremeğe başlar.

Ashitaka, Eboshi'nin, dillere destan Demir Kenti’ne adını veren demir madeni çıkarmak ve işlemek-üretmek için asırlık ağaçları keserek, bir yerleşke oluşturduğunu öğrenir. Bu durum, orman Tanrı’ları ve bölgede derebeyleri ile aralarında hiddetli geçimsizliğe sebep olur. Demir Kent, ateşli silâhlar üretmek üzere istihdam edilen cüzzamlılar, fahişeler ve işsiz güçsüz yahut suçlu erkekler için bir sığınak olmuştur. Yaban domuzu Tanrı’sı Nago'yu yaralayan bu silâhlarda kullanılan büyük demir toplardan biridir. Oaraya varan Ashitaka, öküz güdücü Koruku’yu kurtardığı için adamın karısı ve halk tarafından güler yüzle karşılanır. Eboshi tarafından kente davet edilir. Geceyi geçirirken, Eboshi, ona çevreyi gezdirir. Demir işleme bölümünü Silah üretim yerini ve kimselerin giremediği cüzzamlıların çalıştıkları bir odanın ark tarafında bulunan gizli bir bahçeyi gösterir… Ona, San’ın, kurtlar tarafından yetiştirildiğini, bu sebeple insanlığa düşman olduğunu anlatır… O esna ötede, ormandan kurt sürüsü çıkarak, hızla yaklaşır. San, kente dalar. Çatılarda dolaşırken, Eboshi adamları, üzerine ateş açar. Kız, Ece Eboshi’yi öldürmek isterken, Eboshi, ona karşısına çıkmasını söyler. Tam kapışacakları esna Ashitaka, ikisini de döverek, bayıltır. Sun’ı omzuna atıp, giderken fahişelerden biri tarafından vurulur. Lânet, ona müthiş güç verdiğinden, yaralı hâlde kentin kalın tahta kapısını kaldırmayı başarır. Yaku’ya biner ve yaralı olarak ormana doğru ıraklaşır…

Bir müddet ardından Ashitaka dirayetini yitirip, Yaku sırtından düşer. Kurtlar, onu yemeğe uğraşırlar. San mani olur. Bu kez, onu kendi öldürmeğe uğraşır; ancak sırt üstü uzanmış Ashitaka doğrudan gözlerine bakarak, kimsenin ölmemesi gerektiğini söyler ve çok güzel olduğunu belirtir. San, bundan istem ötesi etkilenir. Yarasını iyileştirmesi için onu, ormanın derinliklerine, Orman Ruhu’nun yerine götürür. Orman Ruhu, Ashitaka’yı iyileştirir ancak kurşunu içinden çıkarmaz. Bunun üzerine San, ona güvenmeğe başlar. Gücünü toplamasına yardımcı olur ve onu eliyle besler. O esna başka bir yaban domuzu Tanrı’sı, kör Okkoto liderliğinde bir yaban domuzu boyu, ormanı kurtarmak için Demir Kent’e saldırmak üzere sürüler hâlinde yola koyulmuştur. Eboshi’de eş niyetle, Orman Ruhu’nu öldürmek maksadıyla, hükûmet için çalışan üçkâğıtçı Jigo ve adamlarıyla saldırı hazırlıklarına başlar. Himayesine girmek karılığında, İmparator'a, Orman Tanrısı’nın kafasını vermeği amaçlamaktadır. Efsaneye göre, Orman Ruhu'nun başı, onu elde edene ölümsüzlük vermektedir…

Ashitaka iyileşmiştir. Kurt Moro artık daha fazla yanlarında kalamayacağını, gitmesi gerektiğini belirtir. Ashitaka, San’ın bir insan olduğunu söyler. Moro, buna çok kızar. Ona gitmesini söyler. Derebeyi Asano'nun samurayları tarafından kuşatılmış Demir Kent’e gelen Ashitaka, ok sadağı ile yayını alır. Esas savaş bölgesine gider. Yaban domuzu boyu, savaşta yok edilmiştir. Her yer, parçalanmış domuz cesetleriyle doludur. Ağır yaralanmış domuz Tanrı Okkoto, tıpkı baştaki domuz Tanrı gibi yaraları sebebiyle başkalaşım geçirmektedir. Hilekâr Jiko-bō'nun adamları, domuz sürüsü kılığında Okkoto'yu kandırarak, kendilerini Orman Ruhu’na götürmelerini istemişlerdir. Saf Okkoto, onları Orman Ruhu'na götürür. San, Okkoto'yu durdurmağa uğraşırken, lânetin tesiriyle değişimine kapılarak, kaybolur. Ashitaka, onu kurtarır. Yakınlarda olan Orman Ruhu, ağır yaralı Tanrı’lar, Okkoto ve Moro'ya ötenazi yapar. Orman Ruhu muazzam biçime, Daidarabotchi'ye dönüşürken, marifet eylediğini sanan Eboshi, onun başını keser. Devâsa patlama olur ve jelimsi hâli karaya yayılarak, değdiği şeyleri öldürmeğe başlar. Aşağılık Jiko-bō, ölmüş Orman Tanrı’sının kesik kafasını çalar. Büyük Ruh ölünce, Orman ve Kodama’lar ölmeğe başlarlar. Moro'nun kafası canlanır ve Eboshi'nin sağ kolunu ısırıp, koparır.

Ashitaka ve San, cani Jiko-bō'nin peşine düşerler. Orman Ruhu kafasını geri alarak, Tanrı’ya iade ederler. Ruh ölmüştür. Fakat sıvısı, toprağı dölleyerek onu insan elleriyle mahvedilmeden evvelki görkemli hâline dönüştürür. getirir. Ashitaka'nın kolu düzelmiş, lâneti ortadan kalkmıştır. Demir Kentin, bu kez tabiat ile ahenkli yeniden inşası yardım etmek için orada kalır. San'a, kendisiyle gelmesini söyler. San, insanların hemen bağışlanamayacak denli çok büyük kötülükler yaptıklarını belirterek teklifini reddeder. Ashitaka, onu ormanda ziyaret edeceğine söz verir. Eboshi daha iyi bir kasaba inşa etmeye yemin eder. Üstelik bu kez, tek bölgeyle sınırlı olmayarak yayılacaktır. Yeniden yeşeren, nevilenen ormanda çalılıklardan bir Kodama çıkar…

1970'ler sonunda, Miyazaki, ormanda yaratıklarla yaşayan bir kız hakkında yapmağı düşündüğü animenin eskizlerini çizer; olay örgüsünü yazmağa başlar. O zamanlar, Stüdyo Ghibli’yi henüz kurmadığından, başka stüdyolar için bir şeyler ürettiği yoğun bir çalışma döneminden geçiyordur. Seksenler sonuna doğru Ghibli’yi kurar ancak, bu kez araya başka çalışmalar girer… Anca, Ağustos 1994'te filmin ilk görsel tasarım(Storyboard) çalışmalarını tamamlayabilir. Aradan geçen zamanda yaşanan toplumsal değişiklikler sebebiyle taslağı yeniden oluşturmak durumunda kalır. İlk görselleştirmeleri eskizleri, Komşum Totoro’da kullandığından, çoğu kısmı başka biçimde tasarlar. Meselâ, Totoro’da, kızların evde gördüğü siyah tüysü toz cinleri, Mononoke’de ormanda gözükeceklerdi. Onlar yerini, daha iri ve beyaz Kodama’lar aldılar…

Nisan 1995'te süpervizör animatör Masashi Ando, Mononoke’nin karakter tasarımlarını çizmeğe başlar. Mayıs 1995'te, Miyazaki ilk görsel senaryo taslağını çizer. Filmin gizemli, efsunlu dokusunu yaratabilmek üzere yerinde gözlem için tespit Miyazaki ve Ando, Kyushu'da, Yakushima antik ormanlarına giderler. Rüzgâr Vadisi'nin Nausicaä genel görünümü için de esin olmuş, kuzey Honshu'da, Shirakami-Sanchi dağlarını ziyaret ederler… Nihayet animasyon üretimi, Temmuz 1995'te başlar. Miyazaki, filmde yüz elli bine yakın dizinin her birini doğrudan denetler. Bulguladığı örtüşmezlikler vb. tutarsızlıklar dâhilinde yüz bine yakınını yeniden çizer… Filmin sonu, anca Japonya ön gösteriminden aylar evvel tamamlanabilir… Princess Mononoke, 2,35 milyar ¥(23,5 milyon ABD $) tahmini bütçeye mâl olur. Çoğunluğu elle çizilirken, onda biri bilgisayar animasyonu içerir. 3B oluşturma tekniği, lanetlenen Tanrılar’ın başkalaşımları ve Orman Ruhu’nun muazzam biçiminin kafasının koptuğu sahnede sıvılaşarak tüm bölgeyi yayılması animelerinde kullanılmış…

Film için ilkin iki isim düşünülür. Nihâyetinde, müşterek tabir İngilizce, Princess Mononoke adında karar kılınır. Diğer isim, The Legend of Ashitaka(Ashitaka Sekki 𦻙 ) ‘dir…

Anlatı boyunca izleyici, geleneksel anlatının temel karakter öğeleri iki iç çatışma duygusu ile karşı karşıya kalır. Dinamik İç Çatışma(Ruhsal sebeplerden) ve Statik İç çatışma(Elde olmayan sağlık ve bedensel özürden) Dramatik anlatıda, iki çatışma biçiminin eş zamanlı kullanımına pek rastlanmaz. Zaten Miyazaki, filmin anlatı dizemini hassas düzeyde kurabilmek ereğiyle bunu, olağan sebep, sonuç ilişiği düzeyinde göstermeğe dikkat etmiş. Zira olmadık anlarda, ciddi gözükmeğe uğraşan gülünç ‘Havlama’lar ile sıklıkla karşılaşabilirdik… Dinamik iç çatışma olarak karşılaştığımız unsur cinsiyettir. Kadının ağır işler yapamayacağı, ülke yönetemeyeceği, erkekten bağımsız yaşamayacağı gibi bağnaz gelenekler karşısında duran hür kadın imgesi hem tabiatta, hem de sanayileşmeğe giden toplumsal yaşantıda bize gösterilir. Öyle ki, film başlarında Ashitaka’nın pirinç aldığı satıcı kadın da, gözüpek bir tüccardır. Altını bir kez gördü mü, öldürmeleri için Ashitaka peşine adamlarını takmıştır; yani kadın yine iş hayatında, üstelik yönetici konumundadır. O dönem Japonya’sında, kadının, eri ile eşitliği söz konusu olmadığından bu büsbütün hayalî bir gösterimdi. Ama yukarda da değindiğim gibi Mononoke’nin hemen her ayrıntısını, kendi kökenlerinin de dayandığı Kadim Türk Kültürü’nde alan Miyazaki, kadının günlük yaşamda ve kurultayda, her şeyde eri ile eşit olduğu üstelik çoğu hususta ondan öncelikli olduğunu, Çin kaynaklarından tetkik etmiş olsa gerek, doğrudan yansıtmış. İsimler, karakterler, mekânlar, anlatı Eski Türkçe nitelikler barındırıyor. Ece Eboshi, Saka Ece’si, Tomaris’i çağrıştırmıyor değil… Statik iç çatışma ise, Ashitaka’nın lânetli kolu, cüzzamlılar ve seks işçileri üzerinden kendini açık ara gösteriyor…

Filmde geçen başka temalar, bireycilik ve toplumsal uyum, tabiat sever San ile demirci toplum lideri, sanayici Eboshi arasında karşıtlıktır. Biri, kibri tesirinde, bağrından koptuğu gerçekliği hor gören endüstrileşme heveslisi, diğeri ormanda kurtlarla ve tüm canlılarla yaşamağa alışmış, –Nausicaä misali- kendini nefret ettiği insanlardan intikama adamıştır. Eboshi, ereğini gerçekleştirmek üzere her yöntemi uygulayabilir konumdadır. Ağaçları keser, işgâl ettiği evleri ormanı talan ederek, hayvanları öldürür; suyu kirletir ve kurutur; havayı kirletir; çevreyi yok etmek adına girişmeyeceği ölümcül eylem yoktur. Günümüz sanayi toplumları tipik öncelemesidir. San ise, geleneksel ile çağdaş Japonya’nın maddî, manevî gereksinimleri karşıtlığı arasında duran, inatla eskiyi savunan arkaik temsilcidir. Bu karşıtlıktan, olumlu netice doğar; doğa kazanır. Yaşam, eskini aratmayacak yenilenme geçiren tabiata uyumla düzenlenir. İnsanlık ne denli makineleşirse makineleşsin, en nihâyetinde başladığı yere, lüzumsuz kaygılarından, düşüncelerinden arı tabiî varoluşuna dönecektir…

Princess Mononoke'un film müzikleri, Miyazaki'nin neredeyse tüm animeleri bestecisi Joe Hisaishi tarafından bestelenip, seslendirilmiş. Müzikler, Tokyo Filarmoni Orkestrası tarafından seslendirilmiş; yönetmenliğini Hiroshi Kumagai üstlenmiş.  Filmin vokal şarkıları, ‘Tatara Kadın İşçi Şarkısı’ ve tema şarkısını, Miyazaki yazmış. Başlıca tema şarkısı, karşı tenör Yoshikazu Mera tarafından seslendirilmiş. İngilizce uyarlamasını Sasha Lazard söylemiş…

Miyazaki, bu filmle emekli olacağını düşünürken, Mononoke’un büyük başarısı, kendisini daha büyük işler yağmağa ikna etmiş…

Japon Söylence kültüründe, köpekler/kurtlar genellikle erkeklerce seslendirilirken, kediler, kadınlarca seslendirilirdi. Ancak animenin Japonca sunumunda, ana imgesi dişi kurt Moro, Akihiro Miwa adında erkek bir oyuncu tarafından seslendirilmiş…

Miyazaki'nin Feodal Japonya'da geçen tek filmi olan anime de, yaklaşık 550 renk kullanılmış.

Star Wars'un yaratıcı ekibi, Yıldız Savaşları yan hikâyelerini anlatan ‘Klon Savaşları’ animesinde, Ashoka Tano karakteri için San'ı ilham kaynağı seçmişler. İki karakterin de, cinsleri gereği tabiî yaşama ilişkin derin bağları yanı sıra, eyleme geçmede ki atiklikleri ve dövüş tarzları benzemekte…