SAF DUYGULAR
Bir
film izlediniz, aklınız karıştı. Olmadığınca farklı hisler duymağa başladınız.
İlkin anlayamadığınız bu çağrışım, seyrettiğiniz akışın içinde biri gibi
hissetmenize sebep oldu. Öyle olağan, saftı ki, gerçeklik anca böyle kısmen
kurgulanabilirdi. Bunu, sonradan anlamağa başladıkça, duygularınızın belki de,
uzun zaman evvel unuttuğunuz arı yanınızı yani asıl sizi yeniden ayrımsadınız. Bir
nevi yeniden doğum gibi gelen bu ân ardılında, buna itki veren o filme ve
yaratıcısına bir biçimde bağlandınız. Yönetmenin ve filmin adını işitmek sizi
coşkulandırmaya başladı. Kieślowski’yi ilk deneyimlediğimde, bana olan buydu.
Zamanla tüm filmlerini izledikçe, ona daha fazla bağlansam da, bir filmi,
ömrümce en sevdiğim filmdir ki, bütün yapıntıları ile beraber Krzysztof
Kieślowski, benim için tek sinema demektir…
Krzysztof Kieślowski
Barbara
ve Roman Kieślowski'nin oğlu olarak 1941 Haziran’ında, Varşova'da doğar. Annesi
ve kız kardeşleri ile beraber, vereme yakalanan babaları için bir kasabadan,
diğerine sanatoryum değiştirirler. Bu sebeple çocukluğu hep gezmekle geçer. On
altı yaşında itfaiyeci eğitim okuluna yazılır. Buranın aşırı ciddi ortamı,
üniforma kuralı ve katı disiplini karşısında en çok üç dayanabilir.
Çocukluğundan öte gelen özgürlükçü bir kişiliği olmasından ötürü herhangi
yerin, böyle sıkı disipline edilmiş bir ortamdan daha iyi olacağı kanaatine
varır. Bu sebeple mecburî askerlik hizmetinden kurtulmak ereği ile okula geri
döner. Beklentisi olmaksızın ilgi
duyduğu, Varşova’da, Tiyatro Teknisyeni Lisesi(Panstwowe Liceum Techniki
Teartalnej)’ne bir akrabası
vesilesi ile girer. Daha sonra, üniversiteden ayrılarak, tiyatro terzisi olarak
çalışmaya başlayan Kieślowski, Łódź Film Okulu'na başvurur. İki kez
reddedildikten sonra, zorunlu askerlik hizmetinden kaçmak maksadıyla bir
süreliğine sanat öğrencisi olur. Birkaç ay askerlikten kaçtıktan sonra, 1964'te
üçüncü denemesinde, Andrzej Wajda, Roman Polanski, Jerzy Skolimowski ve
Krzysztof Zanussi gibi isimleri yetiştiren dünyaca ünlü Łódź Film Okulu, Yönetmenlik
bölümüne kabûl edilir. 1968'e değin okur. Sinema okulu son yılı, 21 Ocak
1967'de, hayatının aşkı Marysia Cautillo ile evlenir. 8 Ocak 1972’de, Marta
adında kızları doğar. Çift, Kieślowski’nin ölümüne değin evli kalır… O dönem,
Polonya’nın içinden geçtiği çetin siyasî süreç sebebi ile devlet sansürü ve
yurtdışı seyahat yasağına karşın, belgesel film çekimleri için Polonya'yı
dolaşmaya başlar. Bu dönem, içinde yaşadığı toplumu yakından tanımaya başlayan
Kieslowski, tiyatroya olan ilgisini yitirerek, ilerde sinema biçemini de
doğrudan etkileyecek belge filmi, kendine daha yakın görmeye başlar…
Kieślowski'nin, en başarılı olduğu dönem, doksanların ilk yarısı olur. Art arda gelen dört film, onu madden ve manen kariyeri doruğuna taşıyarak, kısa süre sonra(13 Mart 1996) gerçekleşecek ölümü ardından, günümüze değin gelmiş geçmiş en iyi yönetmenler arasına yerleştirir. Bunlardan ilki, bu yazımda değineceğim, kanımca en iyi filmi ve en sevdiğim film olan 1990 yapımı La double vie de Véronique - Véronique'in İkili Yaşamı, döneminde naif güzelliği ile öne çıkan Irène Jacob'ın, başrolünü oynadığı, ana ırası Véronique misali çok hassas bir filmdir. Bu film ile adını, dünyaya duyurarak, tecimsel başarı elde eden Kieślowski, 1993-94 yılları arasında, Fransız bayrağını simgeleyen mavi, beyaz ve kırmızı renklerini izdem(tem) seçerek, Üç Renk Üçlemesini yaratır. Üç film, üç Akademi Ödülü adaylığına ek olarak, Venedik Film Festivali'nde, ‘En İyi Film’ dalında ‘Altın Aslan’ ve Berlin Film Festivali'nde, ‘En İyi Yönetmen’ dalında ‘Gümüş Ayı’ dâhil olmak üzere uluslararası ödüller kazanır. Üçlemenin son filmi 1994 yapımı Kırmızı’da yine Irène Jacob ile çalışır. Kieślowski, Kırmızı’nın, 1994 Cannes Film Festivali ilk gösteriminde, film yapımcılığın bıraktığını dünyaya ilan eder. Ancak kısa süre sonra yeni bir üçleme üzerinde çalışmağa başlar; Cennet, Cehennem ve Araf. 13 Mart 1996’da, Varşova’da kalp ameliyatı için yattığı masadan kalkamayınca, bu çalışması yarım kalır. Üç farklı yönetmen sonradan, bu filmleri çekse de, onun gerçekleştirmek istediği şey ile hiçbir ilgisi olmadığından, bir şey ifade etmez…
Stanley
Kubrick’in, Dekalog kitabı önsözünde belirttiği üzere, -…bir film yapımcısının,
çalışmasının belirgin bir niteliğini açığa çıkarmak, kaçınılmaz olarak işi
basitleştirmek ve azaltmaktır… Ereğim, Krzysztof Kieślowski’yi, kısaca anlatmak
değildi. Böyle bir gaye, yüzlerce sayfa düşünceler açılımında bir değerlendirme
olabilirdi belki; ama bence bu bile filmlerinde, izleyiciye yüzeyde görünen
ötesini, en olağan ilerlemelerle keşfetme ayrıcalığını tattıran biri için
sözcüklerin yetersizliğini ifade etmeğe yetmez.
“…Dünyada din, siyaset,
tarih ve milliyetçilik gibi insanları bölen çok unsur var. Kültür, her şeye
muktedirse, o zaman hepimizi birleştiren şeyi bulmalıyız. İnsanları birleştiren
çok şey var. Kim olduğun ya da benim kim olduğum önemli değil; ikimizden
birinin dişi ağrısa, aynı acı. İnsanları, birbirine bağlayan duygulardır. Zira
aşk sözcüğü, herkes için eş anlamlıdır. Hepimiz, aynı şeylerden korkarız. Ve
hepimiz, aynı şekilde severiz. Bu sebeple, duyguları anlatıyorum. Diğer tüm
şeylerde, bölünme buluyorum.”
Krzysztof Kieślowski
Oxford
Üniversitesi 1995
"Hep kötümserim. Her zaman,
en kötüsünü düşlerim. Bana göre, gelecek bir kara deliktir."
Krzysztof Kieślowski
ERKENCİ SONBAHAR
1990,
dünya toplumları, bitmek bilmez siyasî çekişmeler, toplumsal olaylarla
yıpratılmış, bir kenti dolayısıyla ülkeyi ikiye bölen yüksek bir duvar
yıkılmış, siyasetten ıraklaşma dönemi başlamış. Herkes, iliklerine değin buz gibi
bir sessizliğe terk edilmiş, yani yirminci yüzyılın sonu gelmişti. Şimdi, on
yıllık süreçte yirmi birinci yüzyılın son toplum kültürel ayarları yapılacak ve
dünya toplumları, akıl yoksunu duyarsızlık çağına hazırlanacaklardı… Ama çok
güzel şeyler de, gerçekleşmiyor değildi. Kişiye, gerçeğin nüvesinde gizli
güzellikleri gösteren benzersiz bir sinemasal ayrım belirmişti. 1991 yapımı La
double vie de Véronique - Podwójne życie Weroniki(Lehçe) - Véronique'in İkili Yaşamı, zamanını
ve günümüzü aşan, çevrelendiğimiz gerçekliği onun, insan eli ile kirletilmiş
katı görüntüsü ardında zihnin tüm çıkmazlarından arınmış tabiî duyguları,
günlük yaşamdan durumlar içinde resmederek, insanın sezgilerine seslenen ve aşk
duygusunu en saf hâliyle gösteren kanımca görsel anlatı dili ve çağrışım unsuru
bütün biçimsel öğeleri ile Kieślowski Sineması doruğudur.
BÖYLE BİR FİLM YAPMAK
Çoğu izleyici, bir filmin, kendisine dokunan yanı sorulsa, yüksek olasılıkla, içeriğini bilmediği, fakat çoğunlukla okuduğu veya izlediği birtakım yöntemsel niteliklere değinir. Bir filmi açığa çıkaran şeyler, çağrışım unsurlarından, mizansen(Fransızca, mise-en-scène) öğelerine değin tüm ‘teknik’ süreçlerdir. Tam açılımı, sahne düzleminde yer alan, uzayı dolduran ve anlatıya-çekime katılan her şeydir. Mizanşat ise, bu öğelerin çekimi katılımları ile oluşan görsel bütünlüktür. Yani sahneleme, filme almadır… Usta maestro, Zbigniew Preisner’ın, görüntü ile ahenkleşen temaları, görüntünün, izdemsel havasını oluşturan kamera ve görüntü kurgusu aşamasında renk filtreleri, ölüm ve yaşam karşıtlığını yaratan varoluşsal aydınlatma, yeşil ile ölgün sarının tezatlığı nerdeyse her görüntüde iç içe, yumuşak bir dengede sunulmuş. Yaşam ile ölüm arasında bir film Véronique’in İkili Yaşamı. Bu sebeple, ölgün sarı ile canlı yeşilin, bir yarısı ölen ve onun sayesinde yaşama tutunan Véronique’in öyküsü. Weronica’nın, ilk kalp atağı geçirdiği sahnede, güçlükle erişip, oturduğu oturakta, onun gözünden doyçe-eğik kamera, karşıdan yaklaşan siyah paltolu, ihtiyar bir adamı görür. Adam yaklaşır ve paltosu önünü aralar, önüne takmış olduğu yapay eril uzvu, can çekişen Weronica’ya gösterir; ardından ıraklaşır. Ölümün kara rengine bürünmüş, görünüşte ona, genç Weronica’dan daha yakın bu kişinin önüne taktığı yapay eril uzuv, Weronica görüşünden, ölümün soğukluğunu hissettirir bizlere… Kieślowski, yine eş zamanda geçen Üç Renk Üçlemesi’nde aynı renk oyunlarını kullandı. Bu filmde olduğu gibi Kieślowski, daha evvel Kör Şans’ta da, treni kaçıran adam için farklı olasılıklar sunmuştu. Bilinçsizce birbirlerine bağlı olan Weronika ve Véronique'in, yaşamlarını etkileyen seçimleri, Dekalog, dokuzuncu bölümünde, kısa bir alt olaya dayanmaktadır. Zbigniew Preisner, Van den Budenmayer adını, 18. yüzyıldan kalma Hollandalı bir besteciden esinlenmiştir. Hollandalı bestecinin müziği, Dekalog(1988) ve Üç Renk: Mavi(1993) filmlerinde de yer alır…
KADINI ANLATAN FİLM
Kadınları
çok daha duyarlı sayan, önsezilerini daha güçlü bulan Kieślowski’nin, filmi hususunda
düşünceleri üzere bu, kadınları anlatan bir film. O zamana değin filmlerinde
hep erkeği odak aldığı için kadınları önemsememekle itham edilmiş. Ama Véronique'in
İkili Yaşamı, Üç Renk: Mavi ve Üç Renk: Kırmızı ile bu algı yıkıldı elbet. Véronique'in
İkili Yaşamı, Kieślowski’nin, batıda yaptığı ilk filmdi. İlkin aklında bir
oyuncu yokken, Andie Macdowell’ı düşünmüş, görüşmüşler ve kabûl etmiş. Ancak iş
bilir geçinen yapımcının anlaşma imzalamaması, Andie MacDowell’ın ajansı anlaşmayı
yine de uygun görmüş, ama yapımcı şirketin istediği ödemenin yarısını vererek
anlaşma imzalamak yerine söz vermekle yetinince, Andie MacDowell’da, daha büyük
bütçeli bir film için majör bir stüdyodan teklif gelmiş ve o da hemen imza atmış.
Ancak bir Amerikalıya, Fransız rolü yaptıramayacağını düşünmeye başlamış
Kieślowski, duruma sevinmiş. Bunun üzerine başrol için kararını vererek, Irène
Jacob’ı seçmiş. O zamanlar, yirmi dört yaşında olmasına karşın daha genç
gösterip, sıfır beden olan Jacob, İsviçre’de, doğmuş ve oranın kültürü ile
yetişmişti. Kieślowski, onu, sevdiği bir filmin küçük bir sahnesinde izlemiş ve
beğenmiş; hemen deneme çekimlerine çağırmış. Çekimler başladıktan bir süre
sonra Kieślowski, başlarda çok genç kaldığını düşündüğü Irène Jacob’ın, filmin
doğasına tamamen sindiğini, görüntüde her şeyi, kendine çekerek, dokusunu
yumuşattığını algılamış…
NOTALARIN DİLİYLE
Kieślowski hep, müziklerini senfoni orkestrasının çalacağı bir film yapmak istemiş. Bu ukdesi, ilkin Kör Tâlih ile değişmiş. Wojciech Kilar ile çalışana değin filmlerinde hep hazır müzik kullanmış. Kör Tâlih’den sonra, Sonsuz, filminde Zbigniew Preisner ile çalışmaya başlamış ve sonraki tüm filmlerinde hiç ayrılmamışlar. Véronique'in İkili Yaşamı ana tema müziği sözleri, Preisner’ın düşüncesi üzere Dante’nin dizelerinden alıntılanmış. Ön İtalyancadan oluşan sözleri, Preisner’ın müziği ile daha da anlam kazanmış…
DUYGULARIN FİLMİ
“Tabii ki duygulara sesleniyorum.
Başka neye seslenecektim ki? Duygulardan daha önemli ne var?..”
Krzysztof Kieślowski