YERALTI

Küresel sermayeciliğin, tüm dünyayı doğrudan etkisi altına aldığı şu zamanda, yaşadığı çağın maddî ağırlığını büsbütün hissederek, ‘umutsuz’ gösterilen dünyada yalnızlaşan her birey, kendini gerçeklikten soyutlayarak, bir kaçış işleyişi kurmaktadır kendine. Bu durum, elbet yeni bir şey değildir. İnsanlığın başlangıcından beri vardı ve sanayileşme ile dalga dalga yayılarak, günümüze değin büyüdü. Günümüzde, tamamen ‘dijitalleşen’ dünyada, kendisine gösterilen soyut imgelere bağımlı hâle gelen kişi, artık onlarsız yapamaz olmuştur. En olağan hakkı mutluluktan, maddî olmayan tüm ölçütlerde mahrum kılınarak, kendi gibi içe kapanık, hayata ve insanlara küskün, alıngan, hırçın, hastalıklı küresel kitleler arasına katılmıştır. Amerikan filmlerinde geçen meşhur deyiş-‘replik’ -Simon der ki… düsturu ile düşünceden yoksun, sonucu fark etmeksizin salt eyleme odaklı hareket etmeğe başlamıştır… Durumumuzu açıkça anlatan sayısız örnek verilebilir. Bense, böyle bir zamanda, bireyin, yüzleştiği olgular karşısında, verdiği tepkiler ile akıl sağlığının geldiği vahim noktayı, uçurumun kenarında yitik bireyi görselleştiren 2012 yapımı Zeki Demirkubuz sineması ürünü Yerlatı’yı, ele alacağım…

Rus roman yazarı Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin, yirminci yüzyılın çoğu varoluşçu düşünürünü derinden etkilemiş başucu kitabı olarak da bilinen, Yeraltından Notlar yapıtından esinlenen Demirkubuz yapıntısı Yeraltı, eski bir arkadaşının yazdığı romanın, ödüle değer görülmesini hazmedemeyen bir adamın giderek dünyaya ve insanlara karşı içten bir nefret beslemesini ve arkadaşının ödül alışını kutlayacak başka arkadaşlarının kendi aralarında düzenledikleri bir yemeğe zorla kendini davet ettirerek, orada onlarla tatlı başlayan ve kişilik göstergesi atışmalara dönüşen tartışmaya doğru evrilecektir. Başkişimiz, bu süreçte geçmişi ile yüzleşerek, bir iç hesaplaşmaya girecektir…


Soyut ya da somut gerçekliği sorgulamak, ilim denli sanatın bütünlüklü ereğidir. Olağan biçimde sinema da, edebiyat gibi bu ana işlevi üstlendiği ölçütte ölümsüzleşebilir. Dünya da canlılığın da, tesadüfler sonucu oluşmuş olması, alınacak basit karşılıkların keskin gerçekliği karşısında henüz korkularını aşamamış insanlığı, elzem bir varoluş kaygısı içine iter. Türümüzün ilk günlerinden beri her kültürlenme düzeyinde olduğu üzere buna verilen en kestirme yanıt, bir ‘yaratıcı, tanrı’ olagelmiştir. Zamanla çoğalan tanrılar, sonradan günümüze doğru yeniden tekilleşmişlerdir. Günümüzde insan, hâlâ Mustafa Kemal’in de, incelikle ifade ettiği Evrenin Yasaları’nı anlamaktan ıraktır. Geçmiş örgütlenme biçimlerinde olduğu gibi şimdi de, başa geçenlerin-dünyayı yönetenlerin dayattıkları korku egemenliği boyunduruğunda kişiye düşünmekten ziyade, ‘gereklilik’ adı altında, söyleneni yapmak, boyun eğmek değer görülmektedir. Düşünme, yap; anlama, inan yaklaşımı doğrultusunda, son zamanların, televizyonda, sosyal medyada ve internette her yerde karşılaşılan ‘totem’ gibi lobisel kavramları, bunlardan yalnızca biridir… Böyle çıkar yol bırakılmayan, özerkliğini yitirmiş toplumsallaşmalar da, kişiye düşen ya boyun eğmek yahut dışlanmak korkusu bulunmuyorsa, insandan arı gerçeğe giden kestirmeleri görebilmektir. Kişinin içinde deyimi yerinde hep bir ukde kalacak olan varoluş kaygısı, küresel çapta sunulduğu-‘servis edildiği’ üzere bir anlam aramak değil, varoluşunu, evreni anlama, onun sınırsız gerçekliklerini, yasaları doğrultusunda kavrama ve ona göre uygarlaşma gösterebilmektir. Bunu başarabilen insan topluluğu henüz baş gösteremese de, tüm incelikleri ile anlayıp, uygulayan yalnız Mustafa Kemal’dir…

Doğa, gelişigüzel bir kargaşalar yumağı değil, fizik yasalarının sağladığı bir düzenle hareket eder. Tüm fiziksel olguların birbirine bağlılığı dahi bu yasalar doğrultusunda açığa çıkar.

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

Uygarlaşma yolunda 19. Yüzyıl Rusya’sında, halkın bilinçlenmeğe başladığı ve sınıf ayrımcılığının-köleliğin son demlerini yaşadığı dönemde, yenilikçi düşünceleri ile çağdaşları arasından sıyrılan Rus özdekçi düşünür ve toplum bilimci devrimci yazar Nikolay Gavriloviç Çernişevski’nin, bir toplumda kadın, erkek başta olmak üzere her nevi toplumsal ilişkileri, ülküsel düzlemde irdelediği yapıtı, Nasıl Yapmalı’ya Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin karşılık olarak yazdığı Yeraltından Notlar, ülkü toplumu öngören ve bireyi bunun dışına iten dönemin edebi düşünüşüne karşıt, diledikleri denli düşünüp, eyleme geçen hür fertlerden bir Rus toplumundan yana ama ‘batı hayranlığı’na karşı, hastalıklı bir toplumu, yalnızlığa çekilmiş yitik bir üyesi bakışından, gerçeklik zemininde yerer. Romanın başkişisi aslında tek kişisi olan ve romanda Yeraltı Adamı olarak anılan kimsedir. Onun düşünceleri üzerinden, itirafları, yakınmaları ile süren bir iç muhakemedir. Çevrelendiği hastalıklı toplumun ikiyüzlülüklerinden, sahtekârlıklarından tiksinerek, doğal olarak insanlardan nefret eden Yeraltı Adamı, romanın ikinci bölümünde, yeraltından çıkarak, başından beri eleştirdiği kişilerle hesaplaşma yoluna gider… Yeraltından Notları’ı, bir ahlâk öğretisi olarak Suç ve Ceza izler. Önceki romanın incelikle açık ettiği tüm kötülükleri yok etmenin temel yöntemini sunar. Ancak iki romanda, asla birbirinden ayrılmaz. Aksine, bütünün iki eşit parçası misali birbirlerine tutunurlar…

Engin Günaydın(Muharrem/Yeraltı Adamı), Serhat Tutumluer(Cevat), Nihal Yalçın(Türkan), Murat Cemcir(Sinan), Feridun Koç(Feridun), Serkan Keskin(Tarık) oynadıkları 2012 yapımı, Demirkubuz filmi Yeraltı, tek adam üzerinden, insanlığı ilgilendiren temel konu ahlâk düşüncesinin gerçekçiliği üzerine toplumsal bir sorgulama olarak düşünülebilir. Karanlık Üzerine Öyküler üçlemesi son filmi, 2003 yapımı Bekleme Odası, Suç ve Ceza romanını karşılarken, Yeraltı, Yeraltından Notlar romanı mekânsallığı bağlamında kişisini, özeğine alır. Bekleme Odası, bir topluluğun son üyesi olsa da, Konusu itibariyle, Yeraltı filmi ile dokuz yıl evvelinden değişir. Zeki Demirkubuz, yazarlığını, yönetmenliğini, yapımcılığını ve hikâye uyarlayıcılığını üstlendiği filminde, ana ıranın kafa sesi(monolog) üzerinden filmin, öznel hesaplaşma odağında muhakemesel anlatısını sunar.

Demirkubuz’un, Suç ve Ceza’dan esinlendiği, yönetmenliği, görüntü yönetmenliği ve görüntü kurgusunu üstlendiği Karanlık Üzerine Öyküler üçlemesi son filmi, Dostoyevski'ye ithaf edilen Bekleme Odası’nda, hemen herkesin, filmlerini takdir ettiği, sanatsal kişiliğini beğenmekten öte tanrılaştırdığı Ahmet, Suç ve Ceza romanını, film yapmak istemektedir. Ancak sebebini bilmediği bir belirsizlik içinde, her aşamasını tasarladığı, geriye oyuncu seçmeleri ve çekimlerin başlamasının kaldığı yeni filmini gerçekleştirmeğe karşı derin isteksizlik hâlindedir. Bu sebeple sevgilisine gerçekte öyle olmadığı hâlde hayatında başka bir kadın olduğunu söyleyerek, kendisini bırakmasını ister. Genç bir kız olan yardımcısı Elif ile romanın başkişisi Raskolnikov ırası için oyuncu arayışı içindelerken, o günleri izleyen bir gece evine giren genç bir hırsızı yakaladığında, bu rol için uygun olduğunu düşünür. Onun kimliğini teşhis etmek için Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü’ne gittiğinde, şikâyetçi olmaz. Serbest bırakılınca da, ona çay ısmarlayarak niyetinden söz eder. Deneme çekimlerine başlarlar. Ancak Ahmet, henüz sebebini bilmediği derin isteksizliğini yenebilmiş değildir. Bir türlü çekimlere başlayamaz. Üstüne, kendisine hayran olan genç yardımcısı Elif ile de yakınlaşır. Onu da, eş duruma düşürür. Kız, onun hayata ve insanlara olan içten nefretinden olumsuz etkilenir. Bundan sonrasında anlatı, Yeraltı/Yeraltından Notlar’da olduğu gibi düşüncelerini, kişilerin asılsız çehrelerine çarparak, onlarla yüzleşmek havasında seyredip, odağında tuttuğu Ahmet’i çevreleyen ikiyüzlü ahlâk simsarlarını resmeder. Ahmet, kendisini terk eden eski sevgilisi Serap’a, sonradan yakınlaştığı yardımcısı Elif’e, onun kıskanç erkek arkadaşına, Raskolnikov için seçtiği hırsıza, ayağına kadar gelmiş bayağı bir içtenlik göstergesi ahlâkla kirlenmiş herkese, sığındığı yeraltından, kayıtsızlığını kusmağa başlar. Karanlık Üzerine Öyküler üçlemesi ilk filmi Yazgı ise, olağan tarihsel düzlemde Albert Camu’dan çok evvel yazın yaşamına başlayan ve onunla beraber çoğu ardılını etkileyen Dostoyevski’nin biçemi ve Yeraltından Notlar romanı, Demirkubuz Sineması’nda, tarihsel açıdan tersine döner. Camu uzun öyküsü Yabancı’dan dolaylı uyarlanan 2001 yapımı Yazgı, sırasıyla, kendisinden iki sene sonra gelen, eş üçlemenin son halkası Bekleme Odası ve 2012 yapımı Yeraltı filmlerini önceler…

Birbirine karşıt olgular arasında ayrım görmeyen, birbirini yargılayıp duran korkuları tesirinde hastalıklı toplumun, doğrudan ve dolaylı olaraktan yarattığı suçu, bunun dışında kendi hâlinde kişilerin üzerlerine yığma uğraşısı odağında, kendisini idama değin götüren bir mahkûmiyete giden, Camu’nun belirttiği üzere “Yazgısı, kendisine sorulmaksızın tayin edilen”  hiçbir şeye inanmadığı, annesi ölümüne görünür biçimde üzülmediği ve patronunun, karısı ile oğlunu öldürmek suçlarıyla itham edilişi karşısında sessiz Musa(Mersault)’nın yalın anlatısına odaklanır… Anlaşıldığı üzere, İkisi resmen bağlı, diğeri, üçleme dışında kalan fakat evvelki ikisinde varılan ‘hiççilik(nihilizm)’in, onu yaratan kişilerle yüzleşerek, kokuşmuş içtenlikleri ardında ikiyüzlülüklerini doğrudan asılsız çehrelerine vuran dolaylı bir üçleme kurarlar. Yazgı, yalan, yanlış yargılarıyla hastalıklı bir toplumun çevrelediği kişiyi, Bekleme Odası, o toplum karşısında yaşamını askıya alarak inzivaya çekilmiş kişiyi ve Yeraltı, en korunaklı yeri yeraltından çıkarak, yaşamı değersizleştiren toplumla yüzleşen kişiyi görselleştirir…

Yeraltı, Muharrem’in, çevrelendiği toplumla, öznel hesaplaşmasıdır. Yeraltı’ndan çıkan Muharrem, yaşadığı kentin, çıktığı yerden daha karanlık, duygusuz ve yalnızlık dolu olduğunu gözlemlemeğe başlar. Açığını yakaladığı bir ihtiyarın zaafından istifade eder. Eve temizliğe gelen Türkan’ın suratına ağır hakaretler eder ve kavga ederler… Muharrem, herkesin karanlığında yittiği geceleri dışarı çıkmağa başlar. Birbirinden farklı mekânlara gider, alt geçitlerde gezer. Bir fahişe ile seks yapar. Âcizliklerine tanık oldukça, haklılığı pekişir ve zayıflıklarından güç toplar. Herkesle hesaplaşmağa hazır olduğunda, bir zamanlar yakın arkadaşları olan ve içlerinden biri yazdığı roman ile ödül alınca, önceden ardından olumsuz konuşan diğerleri, onu kutlamak ereğiyle bir yemek etkinliği düzenlemektedirler; bunu öğrenen Muharrem, kendini güçlükle de olsa, o dâvete kabûl ettirir… Muharrem’in, o gece, onlar karşısında hâli, göstermek istediği-düşlediği ve göründüğü olarak iki olasılık sunar. Başat gerçekte, yazar Cevat’ın, kendisini doğrudan hedef alan sözleri altında kalır. Diğerinde, Cevat’ı ve diğer üçünü, hak ettikleri ağır sözlerle yaralar. Ama aslında bir türlü tasarladığı yüzleşmeyi yansıtamadığı içten sükûneti karşısında birleşen ikiyüzlülüklere boyun eğer ve olağan gözükmeğe uğraşan yalancı eski dostlarına, masayı terk ederek, onları umursamadığını göstermek ister. Onlar bağırarak şarkılar söyledikçe, Muharrem, kendince mırıldandığı bir şarkıyı bağırarak okuyarak, karşılık verir. Gece olduğunda, Muharrem masada sızıp kalmıştır. Uyanınca, otelin koridorlarında, haykırarak küfür eder ve oradan atılır… Yaşananların gerçek mi, kısmen gerçek mi, büsbütün düş mü, olduğu belirsiz bir nihâyete erer…

ZEKİ DEMİRKUBUZ
Yazgı, Demirkubuz Sineması doruğudur. Yeraltı ise, her şeyi anlamsız, her halükârda gereksiz bulan Musa aksine, sözde hesaplaşma arzusu ile ayrımı olduğunu sandığı hastalıklı yığına benzeyen Muharrem’in taşkın kininin, öyle hissetsin, hissetmesin, bunu onlara yansıtsın, yansıtmasın fark eden bir şey olmayacağının haklılığıdır…