İNSANIN GİZEMLERİNDEN, EVRENİN BİLİNMEZLERİNE
Andrei
Tarkovsky, 60’lar sonlarına doğru o yıllar, Sovyet sinemacı Boris Nirenburg
tarafından ilk kez sinemaya uyarlanan, ilkin 1961 yılında yayımlanan Stanisław
Lem'in, doğaüstü ve ruh bilimsel bilim kurgu romanı Solaris'i, yeniden ve çok
farklı görsel biçemde sinemaya uyarlama arzusundaydı. Lem’in yapıtına hayran
olmuştu ama önceki filmi Andrei Rublev(1966) gösterime sokulmamış, daha sonra Ayna
filmine dönüşecek Beyaz, Beyaz Bir Gün adlı senaryosu reddedilmiş olduğu için âcilen
paraya, yeni bir işe gereksiniyordu. Sovyetler Birliğinde, çok iyi tanınan bir
yazar olan Lem’in herhangi bir romanını, filme dönüştürmek en uygun yönelimdi.
Hangi eserini seçeceği belirlemekte hiç güçlük çekmedi. Tarkovsky, yalnız
yöntemsel(teknik) gelişmelere
ağırlık verdiğinden ötürü yavan bulduğu bilim kurgu türüne duygusal derinlik
kazandırmak ereğinde idi. İnsan, nerede ve nasıl koşullarda olursa olsun, bir
anlam arayışı içinde olmayı sürdüreceğini, zira hayatta kalmasını sağlayan tek
itkinin bu olduğunu dünyaya göstermek arzusundaydı. Pek olağan olarak, 1970
tarihli bir konuşmasında, Stanley Kubrick'in 1968 yapımı 2001: A Space Odyssey
filmini "birçok noktada
sahte" ve "sadece gerçeğe yönelik iddialarla dolu
cansız bir şema" olarak değerlendirdi.
"Başka dünyalara
ihtiyacımız yok. Aynalara ihtiyacımız var."
-Snaut
UZAYIN DERİNLİKLERİNDE GEÇEN BİR ROMAN
Bilinmezlerle
dolu Solaris, dünyalı bilim adamlarının sırlarını çözüp, hat safhada
yararlanmak istediği bir gezegendir. Ancak bunun için yerinde gözlem yapmak gerektiğinden,
gezegen açıklarına bir uzay üssü gönderilmiştir. Burada gerçekleştirilen tüm
girişimler, gezegenin doğasını anlamak adına tüm uğraşlar neticesiz kalmıştır.
Solaris’in yüzeyi, yaşama elverişli değildir. Bir ruh bilimci olan Chris
Kelvin, çok önceden üsse gönderilen bilim ekibinin ruhsal durumunu gözlemlemek
ve onlara yerinde yardımcı olmak üzere oraya gönderilir… Kelvin’in, orada
karşılaştığı durum çok tuhaf ve belirsizdir. Bir bilim insanı intihar etmiş,
diğeri bir şeyler gizlemekte, bir başkası karmaşık durum içinde, öngörülemez
eylemler sergilemektedir.
Solaris,
tamamı sudan oluşan bilinçsiz düzeyde canlı denebilecek bir gezegendir. Yine
de, kendisine yönelik tehditlere tepki vermektedir. Yabancı canlı türlerine, örneğin
insana karşı özünü korumak için sessiz mücadele içindedir. Hemen her varlık
biçiminde özdeksel gerçeklik yaratabilme yetisi olan gezegen, ölmüş bir
yakınınızı, anımsadığınız son hâli ile karşınıza getirebilir. Ancak bunu, sizi
mutlu etmek için yapmaz; bu durum, savunma içgüdüsünden ötürüdür. Üzerinde
araştırma yapmak, ondan faydalanmak isteyen insanlık, onun bütünlüğü için
ölümcül virüstür. Bu sebeple insanların, kendisine yapmaya çalıştığı şeyi,
onlara yapmakla, bilinçaltlarına itilip, orada gizlenmiş bastırılmış duyguları
anlayarak, bunlara sebep olan kişileri ve olayları, onların karşısına getirir.
İnsanlar ile ruhsal bir savaşa girişerek, asla şaşmaksızın bu oyunda hep
kazanan olmaktadır. Başkişimiz Kelvin, tam aradığı gibi biridir. Karşısına, intiharına
sebep olduğu ölmüş eşi Rheya’yı getirir. Karısını, dipdiri karşısında görünce,
bu özdeksel bütünlükte kopyanın gerçekliğine şaşalayan Kelvin, ilkin bunun bir
nevi yanılsama olduğunu varsayar. Onun anılarını okuyan Solaris, Kelvin’in
zihninde ciddi ölçütte örselenmeye yol açar. Bu açıdan Lem, insanoğlunun her şeye egemen
olma karmaşasının, akılcı ilerleme göstermesine engel olduğunu ortaya
koymaktadır. Ona karşı durmağa uğraşan Kelvin, en nihâyetinde hepsi misali
Solaris’e teslim olacaktır…
Kitap
birçok kez sinema, radyo ve tiyatroya uyarlandı. Sinemada sırasıyla, Boris
Nirenburg 1968, Andrei Tarkovsky 1972 ve Steven Soderbergh 2002 olarak beyaz
perdeye yansıtıldı. 2006'da ölen Lem, üç filminde, kitabın insan akılcılığının
sınırlarını zorlayan izdemsel niteliğini hiçbir surette yansıtmadığını
belirtti. Zira benliğine yabancılaşmış insanlığın, Solaris’i anlama çabaları
boşunadır. Lem’in kendi deyimiyle, gezegeni kişileştirmekten, tanımlamaktan
kaçınmak ereği ile yüzeyi yaşama elverişsiz, saf sudan soyut bir kütle olarak
tasarladı. Lem, bir konuşmasında,
Solaris’in, Sovyetler Birliği; uzay üssü ve bilim insanlarının ise, orta ve
doğu Avrupa ülkelerini temsil ettiğini belirtti. Roman hakkında ortaya atılan
birtakım görüşlere ilişkin olarak, kitabın, eleştirmenler için her zaman sulu
bir av olduğunu ifade etti. Pek kalibreli ehlihibre eleştirmenin, kitap için ‘Freudyen’
fikri yaydığı kanısı üzerine Lem, eleştirmenin psikanaliz bilgisini, İngilizce
çeviriye dayalı olarak büyük yanılgı olduğunu, zira onun teşhisinin, Lehçe
deyimlerde bir anlam ifade etmediğini belirtti.
Stanisław Herman Lem
12
Eylül 1921 Polonya doğumlu, felsefe, gelecek bilim, edebiyat kuramcısı ve
bilimkurgu roman yazarı olarak pek çok yapıt ortaya koyan yazar, eserlerinde
nükteli bir dil kullanmıştır. Bilim kurgu romanları, teknoloji, zihnin doğası,
dünya dışı akıl ile iletişimin ve onu anlamanın, insanın kendine koyduğu zihinsel sınırlamalar
sebebiyle olanaksızlığı ile insanın, evrende konumu üzerine konuları içerir. Seneler
sonra, kendisi hususunda açıkladığı bir gerçeğe göre, aslında 13 Eylül'de
doğmuş olmasına karşın, batıl inançlar nedeniyle doğum belgesine 12 Eylül
yazılmıştır. Sözcük oyunlarını seven bir biçemi olduğundan, yapıtlarını başka
dillere tercüme etmek epey güçtür. Çok dilli Lem, Lehçe, Latince, Almanca,
Fransızca, İngilizce, Rusça ve Ukraynaca biliyordu.
Edebî
çalışmalarına, 1946'da şiir ve çeviri ile başladı. 1948 ve 1950 yılları
arasında, Jagiellonian Üniversitesi'nde, bilimsel araştırma görevlisi olarak
çalışırken, çok sayıda kısa öykü, şiir, inceleme metinleri yayımladı. 1951'de,
ilk kitabı-romanı Astronauci(The Astronots) yayımlandı. 1953'te tıp öğrencisi
Barbara Leśniak ile tanıştı ve evlendi. 1954'te, bir kısa öykü antolojisi
yayımladı, Sezam i inne opowiadania(Susam ve Diğer Öyküler). Ertesi sene
1955’te, ikinci bilim kurgu romanı, Macellan Bulutu(Obłok Magellana) yayımladı.
Polonya'da, 1940'lar sonlarında başlayan ‘Stalinizm’ döneminde, yayımlanan tüm
eserler, doğrudan komünist devlet tarafından onaylanma zorunluluğundaydı.
Dolayısıyla, Astronotlar romanı aslında Lem'in bitirdiği ilk roman değil,
devlet sansürünü geçen ilk romandı. El yazmaları tarihine göre, Lem'in ilk
kitabı, 1948'de biten, kısmen özyaşamöyküsel roman olan Başkalaşım
Hastanesi(Szpital Przemienienia) idi. Yedi yıl sonra, 1955'te, Czas
nieutracony(Zaman Kayıp Değil) üçlemesi bir parçası olarak yayımlandı. Lem’in
en üretken olmaya başladığı dönem,
Sovyetler Birliği'nde ‘de-Stalinizasyon’ döneminin, Polonya'nın konuşma
özgürlüğünde bir artış yaşadığı ‘Polonya Ekimi’ne yol açtığı 1956'dan sonra
başladı. 1956 ve 1968 yılları arasında, on yedi kitap yazdı. 1970'ler sonları,
1980'ler başlarında Lem, Polonyalı muhalif hareketini desteklemesi sebebiyle,
Paris merkezli Kultura'da makaleler yayımlamaya başladı. 1982'de, Polonya'da
sıkıyönetim ilan edildiğinde, Lem Batı Berlin'e taşındı. Daha sonra, Viyana'ya
yerleşti. 1988'de Polonya'ya döndü. 1980'ler sonlarında, Polonya dergilerinde
felsefi metinler ve denemelere odaklandı… 2005'te bir konuşmasında, yaşanan
gelişmeler karşısında bilimkurgu türüne duyduğu düş kırıklığını ve teknik
ilerleme konusunda baştaki karamsarlığını dile getirdi. İnsan vücudunu, uzay
yolculuğu için uygun görmüyordu. Bilgi teknolojisinin, insanları düşük kaliteli
bilgi bolluğuna boğduğunu savunmuş, insandan zeki robotların yapılmasının
olanaksız olduğunu belirtmişti.
UZAK YILDIZDA BİR ADAM
Yine
de, ölümünden evvel Tarkovsky, Solaris'i sanatsal bir başarısızlık olarak
gördüğünü, zira aşırı bilim kurgu nitelikte kaldığından, Stalker’ın ötesine
geçemediğini söyledi.
Solaris,
gecenin sonunda bir anlatı. Karanlığın sonsuz perdesinin yiteceği zamanda,
insanın, evren ile bütünleşmesi eşiğinde duruyor…